Çanakkale ve İlk Şehidimiz
Yarın 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Zaferi’nin 108. Yıldönümü. "Çanakkale Savaşları’nda neler olmuş ve Çanakkale Zaferi’nin Türk tarihi açısından önemi nedir?" sorularının yanıtlarını her yıl olduğu gibi gazetelerde, haber kanallarında ve daha değişik haber sitelerinde dinlediniz ve okudunuz.
Ben, bugün size haberlerde hiç bahsedilmeyenden bahsedeceğim. Şimdi arkanıza yaslanın ve o günlere doğru yolculuk yapmaya hazır olun.
Neyse, siz okumaya devam edin. Yazının sonunda beni tanımış olacaksınız; ancak "Şimdiye kadar neden duymadık? Trabzon'un seçilmişleri ve atanmışları şimdiye kadar neden sizi tanıtmadılar?" gibi ucuz bahaneler bulup hatanı başkalarının üstüne atma!
Trabzon'un seçilmişleri ve atanmışları bu zaman diliminde birbirine düşmüş, bu gibi değerlere sözde önem verip özde bir şey yapmamış olabilirler! Kendi çıkarlarını Trabzon'un maneviyatından, tarihsel kahramanlarından, kültür ve sanat geçmişinden önde tutabilirler. Sen bunu kırmak için ne yaptın? Onu söyle bana!
Asker:
"Komutanım sol tarafınızda ufukta dördü Fransız, dördü İngiliz olmak üzere sekiz zırhlıdan oluşan bir filo göründü." diye seslendi.
"Oğlum dürbünü bana ver."
Evet, askerin dediği gibi dürbünün ucunda sekiz gemi görünmüştü. Tam onlara bakıyordu ki gemilerde bir ateş topu oluştu. Ses birkaç saniye sonra kulaklarının yanına gelmiş, onları sağır edercesine bir yanardağın patlama sesine dönüşmüştü. Herkes bir anda mevzilere yatmış, ellerini kafalarının üstüne almıştılar.
Düşman 19 Şubat 1915 saat 8.30'da ilk saldırısıyla Çanakkale Deniz Harekatını başlatmıştı. Askerler ilk top seslerinden sonra kendilerini toparlamış, şimdiye kadar hiç görmedikleri deniz zırhlılarını görmek için ürkek bir şekilde kafalarını mevziden çıkarıp ileride kendi mevzilerini bombardımana tutan zırhlıları seyrediyorlardı. İçlerinde ilk defa denizi görmüş olanlar da çoktu. Savaş gemileri, onların gözünde denizden çıkmış, ateş saçan canavarlar gibi görünüyordu.
Teğmen gözetleme yapıp karargaha rapor veriyor ve mevzilerde dolaşarak askerlere moral vermeye çalışıyordu. Düşman saldırısına mevzilerden toplar ateşlenerek karşılık veriliyor, oluşan ses gökyüzünde hayali bir canavara dönüşerek insanların üstüne saldırıyordu. Yan yana mevzide olan askerler kendi konuştuklarını duyamaz hale geldiklerinden gözleriyle birbirlerine bir şeyler anlatmaya çalışıyorlardı.
Artık güneş tepeye çıkmıştı. Sanki bombardımanı her iki tarafın da kesmesi için işaret olmuştu. Bir anda ses kesildi, havadaki bulutlar dağıldı. Güneş sıcaklığı top mermilerinin mevzilerde oluşturduğu sıcaklığın önüne geçti. Sessizlik her tarafı kaplamış, askerler sessizliğin getirdiği huzurla birbirlerine bakıyor, uzuvlarını kontrol ediyorlardı.
Asker:
"Komutanım mevzide bir kaybımız yok!"
Komutanın yüzü gülmüş, bombardıman öncesi yapamadığı konuşmayı yapmak için şimdi askerlere toplanma emri vermişti. Sanki onları göremeyecek gibi uzun uzun askerlere baktı ve konuşmaya başladı.
"Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olursa olsunlar, biz vatanımız için şehit olmaya geldik! Onlar ne için geldiler? Savaş bilek işi değil, yürek işidir! Şimdi söyleyin bana, yüreğiniz ne diyor size? Benim yüreğim vatanım için şehitlik rütbesine yükselmeye hazır. Eğer şehit olursam bu elimdeki beyaz elbise kefenim olsun. Şimdi söyleyin bana şehit olmaya hazır mısınız?"
Askerler hep bir ağızdan:
"Vatanımıza canımız feda olsun komutanım!" diye bağırdılar.
Sessizliğin içinde yeniden başlayacak bombardıman için hazırlıklar son hızıyla devam ediyordu. Saat 16.30'da deniz canavarları mevzileri dövmeye başlamış, yavaş yavaş onların mevzilerinin önüne doğru yaklaşmışlardı.
Saat 17.15... İlk dört deniz canavarı ağzından çıkardığı ateşle tam mevzinin önüne gelmişlerdi. Topların ağızlarından alev fışkırtıyordu. Komutan o ses selinde sesini ulaştırmak için olanca sesiyle:
"Kendinizi koruyun! Toplar tam bizim mevzinin önünde, kendinizi koruyun!" diye sesin duyulması imkansız olan bir zaman diliminde bağırıyordu.
En son ateşlenen topun sesini mevzide olan askerler duymuş, ancak komutan duyamamıştı. Seddülbahir Kalesi’nin iç meydanına düşen bir top mermi parçası yüreğine isabet etmiş olduğu için yere yığılmıştı. O çok sevdiği vatanı için şehit düşmüştü. Çanakkale, ilk subay şehidini vermişti.
Telsizin önündeki asker telsizin diğer tarafındaki komutana ağlayarak:
"Komutanım, komutanımızı kaybettik!"
"Asker, komutanın kim?"
"Komutanım, benim komutanım Trabzonlu Teğmen Murtaza Bey!"
Şimdi size soruyorum! Çanakkale'nin ilk subay şehidine borcumuzu göstermek için ismini şimdiye kadar kalıcı bir esere vermek Trabzon'un seçilmiş veya atanmış insanlarına yakışmaz mıydı?
Bu ayıp bu utanç hepimize yeter! Bizi affetmen dileğiyle mekanın cennet, ruhun şadolsun komutanım!
Turhan Eyüboğlu-Maçka
Kaynak: ÇOMÜ Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Atabay