ALINTI
İzmir’de bir özel okulun müdürüydüm.
23 Nisan sabahı. Okulda öğrenciler cıvıl cıvıl... Öğretmenler koşuşturuyor... Veliler telaşlı. Biraz sonra tören başlayacak. Tatlı bir heyecan sarmış her yanı... Kapım çalındı... İçeriye mini mini bir çocuk girdi. Dudağını bükmüş, gözleri yaşlı.
-Hayrola, neden ağlıyorsun?
-Öğretmenim törende okumam için şiir verdi bana.
-Ne güzel... Sen okumak istemiyor musun?
-İstiyorum ama sevmedim ben bu şiiri.
Şiiri alıp baktım. Mustafa NECATİ KARAER’in ’’Mustafa Kemal Rüzgarı’’ adlı şiiri...
-Neden sevmedin bu şiiri?
-İçinde bilmediğim bir sürü sözcük var. Sonra bu şiirden bir şey anlamadım ben.
-Öğretmenine söyleseydin değiştirirdi şiiri.
-Söyledim, ama programa yazıldı. Müdür bey kızar dedi. Sahi kızar mısın...?
-Bak Şeyma’cığım. Ben senin gibi dünya tatlısı bir öğrencime hiç kızar mıyım. Ama bebeğim, tören birazdan başlayacak. Bu kadar kısa bir sürede yeni bir şiiri nereden buluruz?
-Biz mi yazalım, anlamadım?
-Müdür amca sizin şiir kitaplarınız varmış yani şiir yazıyorsunuz. Bir tane de birlikte yazsak olmaz mı?
Hem şaşırdım hem de hoşuma gitti.
-Şeyma'cığım nasıl olacak peki?
-Bak müdür amca, annem babam ve öğretmenim bana Atatürk hakkında çok şey anlattı. Şimdi masanızın arkasındaki duvarda
Atatürk resmi var ya..
-Hah işte, ben onunla konuşayım. Siz de onunla konuştuklarımı yazın.
Bunca yıl şiir yazdım durdum. Oysa ilk defa karşımda gözü yaşlı bir mini mini bir çocukbana bir daha nasip olmayacak bir deneyim yaşatacaktı.Tüm dikkatimi bu can parçası küçük çocuğa odakladım.
Sonra Şeyma karşımdaki koltuğa oturdu. Duvardaki Atatürk resmine baktı, baktı ve çocuksu bir tavırla konuşmaya başladı.O an sanki kalemimi elimden almıştı o küçücük kız. Yazan el benim, yazdıran yürek o mini mini kalpteki Atatürk sevgisiydi.
Tören için Okul Müdürü olarak klasik bir açılış metni hazırlamıştım. Onu dosyaya kaldırdım. Açılışa Şeyma ile çıktık. Az önce yaşadıklarımızı izleyenlere sunduktan sonra mikrofonu Şeyma'ya verdim, heyecandan titreyen sesiyle şiiri okumaya başladı.
Önce annemden duydum,
Atam senin adını.
Sonra babam anlattı,
Senin yaptıklarını.
Çok büyük adammışsın.
Kurtarmışsın ülkemi.
Devrimler cumhuriyet,
Atatürk yapmış seni.
Elinde tebeşirin
İlk öğretmenim sensin
Özgürlük sevdalısı
Atamsın, liderimsin
Dünya çocuklarına
Ödülündür bu bayram
Her yirmi üç nisanda
Kalpler seninle atam.
Ölmüşsün 10 kasımda,
İnanmadım ben buna.
Gerçekten ölmüş olsan,
Yaşar mıydın gönlümde?
Sonra öğretmenim de,
"Atatürk ölmez’’ dedi.
Sınıfta resmin o an,
Bizlere gülümsedi.
İnan koruyacağım,
Senin eserlerini.
Ama henüz küçüğüm,
Büyüyünce gör beni.
Şeyma diliyle değil, yüreği ile okudu şiiri. Öylesine coşkulu öylesine duyarlı, öylesine hırslı idi ki onca izleyici önünde, kendimi tutamadım... Şiirin sonunda o da gözyaşlarına hakim olamadı. Sonra ne mi oldu? Bütün salon dakikalarca alkışladı kendisi küçük yüreği kocaman Atatürk sevdalısını. Sahnede bu olağanüstü duygu selini yaşarken Şeyma elinde mikrofon olduğunun farkına varmadan bana döndü ve ürkek bir sesle ’’müdür amca izin almadan sana geldiğim için, şiiri değiştirdiğimiz için öğretmenim bana kızmaz değil mi’’? diye sorunca bir eğitimci olarak içim sızladı.
Bizler anne baba öğretmen olarak bilinçsizce ne kadar ürkütüyor, korkutuyoruz yavrularımızı? Onları koruduğumuzu zannederek aslında hayal güçlerini örseliyor, öz güvenlerinin yitimine neden oluyoruz. Şeyma'ya '’bilmem ki, en iyisi öğretmenini çağırıp soralım’’ der demez ön sıralarda gözleri yaşlı öğrencisini alkışlayan Saadet öğretmen sahneye koştu ve cumhuriyet ormanına dikilen Atatürk sevdalısı minik fidanına sarılıp onu gözyaşları ile suladı.
Şimdi, tarihin yetiştirdiği en büyük liderin altın destanını, 23 Nisanları,19 mayısları, 29 ekimleri 30 ağustosları sudan sebeplerle sözüm ona unutturmaya çalışanlar. Yukarıdaki şiiri bir kez daha dikkatlice okuyun ve kiminle boy ölçüşmeye kalktığınızın farkına varın. Onun dirisi dünyaya yetti, ölüsü de size yeter...