OZAN ÇAYLAK
Duyguları öylesine şık giyinirdi ki
İçeri girdiğinde dansa kalkardı
Salondaki bütün şiirler
Evden çıkarken nereye gittiğini soran annesine bilmediğini söylemişti. Evet, doğruydu, bilmiyordu ancak ne istediğini çok iyi biliyordu. Şiir arıyordu genç şair.
“Bulmak için ne yapılması gerekiyorsa yapmalıyım” dedi içinden. Bir yandan da annesinin sorduğu soruya cevap verememenin ve bu belirsizliğin annesinde yaratacağı korku ve üzüntü nedeniyle üzülmüştü. Bu duygularla evden çıktı ve yürümeye başladı. Aşiyan Mezarlığı’ndan geçerken ruhundaki şiir dedektörünün birden adeta altın bulmuşçasına şiddetini arttırdığını hissetti. Durdu ve mezarlığa baktı. Yerden göğe süzdü ölümü önce. Sonra karar verdi. Şiir buradaydı.
Şiiri arayan genç bir şair için mezarlıkta şiir aramak bir yandan heyecanlı diğer yandan da düşündükçe korku uyandıran bir şeydi. Bütün bu düşüncelerle mezarlığın kapısından girip yürümeye başladı. Genç şair attığı her adımda yıllardır okuduğu birçok şairi görüyordu. Daha sonra yavaşça mezarlarının yanına gidiyordu. Bu şairlerin yıllardır hiç şiir yazmadığını düşündükçe hüzünleniyordu. Diğer yandan da şiir sayesinde ne kadar çok insanı yıllardır içinde yaşattığını fark ediyordu.
Aniden şair bir arkadaşının bir sorusunu hatırladı. Nasıl şiir yazdığını sormuştu. Hayatın içinden diye bir yanıt vermişti. Gerçekten de öyleydi. Hayatın içindeydi şiiri ararken. Bu arayışta kendisine yakın hissettiği bir kişi vardı. O da Edip Cansever’di. Bir çok şairi gördüğü Aşiyan’da onu görmemişti. Orhan Veli, Turgut Uyar, Özdemir Asaf hepsi ordaydı. Ancak Cansever yoktu. Peki neredeydi Edip Cansever?
Yaklaşık bir saattir mezarlıkta dolaşıyordu. Yorgun da düşmüştü. Dinlenmek için bir mezarın taş kısmı olan yan bölümüne çıktı. Soluklandıktan sonra oradan dikkatli adımlarla mezarların yan kısımlarına basa basa ve bir ağacın dallarına tutunarak yola attı kendini. Belki de en insan tarafımızdı diye geçirdi içinden; üstüne basarız korkusu mezarların… Ekmeği öpüp alnına koymak gibi…
Hava hafif hafif kararmaya başlamıştı. Eve dönmeliydi artık. Mezarlık kapısına doğru yürümeye başladı. Tabi bir yandan yürüyor bir yandan da hâlâ Cansever’i arıyordu. Ancak birden karşısına bir mezarlık bekçisi çıktı. Ona sorabilirdi. O sorudan sonra şairlerin en meşhur olduğu yerin mezarlıklar olduğunu öğrendi. Bekçiye dönüp “Bakar mısınız… Edip Cansever’in mezarını arıyorum? Acaba nerede olduğunu biliyor musunuz?” diye sordu. Bu soruya bekçi öyle bir cevap verdi ki sanki bir şiirin ruhuna üfler gibiydi.
Bekçi biraz durup düşündükten sonra “Abi sen ne yap biliyor musun? Orhan Veli’ye sırtını ver ilerde sağda Turgut Uyar. Biraz ilerle Edip Cansever” dedi. İçinden “Bu nasıl bir yönlendirmedir” diye geçirdi. Ruhundaki şiir dedektörünün verdiği sinyal buydu. Sonra içindeki heyecanı dize getirip “Bir şiirin kimin dilinin ucunda olduğunu bilemezsin” dedi kendi kendine. Daha sonra Edip Cansever’in mezarına doğru ilerlemeye başladı. Bekçinin dediğini yaptı. Orhan Veli’ye sırtını verdi ve Turgut Uyar’ı gördü önce. Biraz daha ilerledikten sonra işte Edip Cansever oradaydı.
Mezarının başında bir süre sessizce durdu. Soluklandı. Cansever bir adım atsa bir ömür atacaktı genç şair ancak olmadı. Şiirleri kadar sıcak gelmemişti Cansever’in mezarı. Ancak bu yaşadıklarının şiir olduğuna inanmıştı. Bu duygularla evinin yolunu tuttu. Evin kapısına geldiğinde kapıyı çaldı. Ve annesine sarıldı ve uzun bir süre bırakmadı. Sonra odasına geçip şiiri yazmaya başladı.
Kimin dilinin ucunda olduğunu
Bilemezsin bir şiirin
Mezarlık bekçileri mesela
Şairdir bana kalırsa
Cansever’i ararken Aşiyan’da
Dile geldi bir şiirin
Ruhuna üfler gibi
Abi sen ne yap biliyor musun?
Orhan Veli’ye sırtını ver
İlerde sağda Turgut Uyar.