NİYAZİ BERKES .
MEŞRUTİYET döneminde ÜÇ OSMANLI AYDINI araştırma yapmak için PARİS'E BİBLİYOTEQUE NATİONAL KÜTÜPHANESİNE gider.
Fransız kütüphane görevlisi girişte doldurmaları için evrak verir. Evrakta NASYONALİTE (MİLLİYETİ) kısmı vardır. Bizim aydınlar bu bilgiyi MÜSLÜMAN olarak doldururlar. Görevli evrakları inceleyince bu sizin DİNİNİZ, milliyetinizi yazacaksınız der ve YENİDEN DOLDURMALARI için bizim aydınlara boş evraklar verir.
Bizimkiler kafa kafaya verip ne yazacaklarını tartışır ve bu sefer üçü birden milliyet kısmına OTTOMAN (OSMANLI) yazar. Fransız memur bu sefer de bizim sözde aydınlarımıza o sizi YÖNETEN AİLENİN SOYADI der. O sizi yöneten HANEDAN, MİLLİYETİNİZDEGİL, o SİZ DEĞİLSİNİZ diye ekler.
Ben size yardımcı olayım diyerek nereden geldiklerini sorar. Bizimkiler İSTANBUL'DAN geldiklerini söyleyince FRANSIZ MEMUR gülerek ya söylesenize der, eliyle kütüphanede ki bir grubu göstererek bakın der, şurada İstanbul'dan gelen ERMENİLER var. Farklı bir grubu göstererek bakın şurada da RUMLAR var der ve sorar SİZ RUM MUSUNUZ yoksa ERMENİ MİSİNİZ? Bizimkiler hafif BOZULARAK yok biz TÜRK'ÜZ ! der. Fransız, e tamam işte der, siz onu yazın !!
Vaka o ki 20. yy başında Meşrutiyet ile Osmanlı topraklarındaki Balkan milletleri, Anadolu'da ki Ermenisi Rumu milli kimlik davası güderken Türk TÜRKLÜĞÜ DEN BİHABER, o derece ki OSMANLI'NIN AYDIN KESİMİ bile kendisini TÜRK olarak TANITMAKTAN ACİZ, ya Müslümanım ya da hiçbirinin anası ne Türk nede müslüman olmayan hanedanı Osmanlıyım diyor.
Türk tabiri ise öteden beri Avrupalının hem coğrafyamız hem de Anadolu insanı için kullandığı aslında SAHİPSİZ BİR TANIM. Ta ki aslen kürt olan lakin mükemmeliyeti yönünden 'dilim Türkçedir' diyen Ziya Gökalp kuşağı aydınlarımıza ve tabii ki varlığımız sebebi Ulu önder Atamız Anadolu insanına, tarihin en eski kavimlerinden olan Türklüğünü benimsetinceye kadar.
Siz siz olun, merdivenaltı kaçak kuran kurslarında taciz edilmiş, çağdığı YOBAZ - diniDAR arabsever deyyüslerden uzak durun.