31 yıllık mahpusun geleceğe dönüşü!
Siyasi suçlu olarak 1993’te cezaevine giren Mehmet Aytunç Altay, 21 Ağustos’ta 67 yaşında tahliye oldu. İçeri girdiğinde cep telefonu bile görmemiş olan Altay, çıktığında karşılaştığı ‘yeni hayatı’ anlattı.
1956 doğumlu Altay, Ankara Kurtuluş Lisesi’ni bitirdikten sonra önce ODTÜ’ye, ardından Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kaydoldu. Üniversiteyi üçüncü sınıfta bıraktı. 1993’ün başında İstanbul’da gözaltına alındı. Kayıtlara göre işkenceli sorgulardan geçti. İfade vermemesi “örgütsel tavır” olarak değerlendirildi. Bir itirafçının ifadeleri ve örgütsel tavır olarak nitelenen sessizliği gerekçe gösterilerek müebbet hapse mahkum edildi. Hakkındaki suçlamalardan biri de, Türkiye Komünist Partisi/Birlik’in 1986 Haziran ayında yapılan ve bir ay süren yurt dışındaki ikinci kongresine “katılması” oldu.
O tarihlerde sıkıyönetim mahkemesince tutuklandığını, cezaevinde bulunduğunu kanıtlaması da mahkemeye yetmedi.
Eski TCK’nın “anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs” başlıklı 146. maddesinden cezalandırıldı. AİHM 2001’de Altay’ın başvurusu üzerine Türkiye’yi adil yargılanma hakkını ihlal ve işkence nedeniyle mahkum etti ancak yeniden yargılanma talebi reddedildi. Altay özgürlüğünün ilk günlerini yaşarken, sorularımıza şu yanıtları verdi:
“Dışarıya çıkalı henüz iki gün oldu. Şu an dar bir aile ve dost ortamında olduğum için pek bir şey anlayabildiğimi söyleyemem. Ama yine de dışarıya ilişkin en önemli gözlemimin, iletişim teknolojisinin sosyal ilişkilerde yarattığı dönüşüm olduğunu söyleyebilirim. Bir yanıyla çok iyi, yıllardır görmediğim insanların bana üstelik de görüntülü olarak ulaşabiliyor olması çok güzel. Her ne kadar ben bu aletleri kullanmayı bilmediğim için yanlış yerlere dokunup sürekli biçimde irtibatın kesilmesine sebep olsam da...
Olumsuz yanları ise içerideyken de televizyon izlerken çokça tanık oluyorduk, kimse birbirinin suratına bakmadan habire bir şeyler “paylaşıyor”du. Böylesi mekanik bir ortamda, neredeyse her anını her şeyini paylaşan insanların cebindeki paraların kuruşunu bile kimseyle paylaştığını sanmıyorum.
Tam bir gösteriş toplumu olmuş
Gerçekten de artık bir gösteri ve gösteriş topluluğuna dönmüş günümüz dünyasında asıl paylaşılması gereken değerlerin dışında her şeyin; görüntünün, haberin, dedikodunun paylaşılıyor olmasında hiçbir sınır yok. Bu bakımdan herkes çok “paylaşımcı” olmuş. Oysa bu coğrafya insanı eskiden olur olmaz her şeyde ve her yerde ortaya çıkıp kendini sergilemeyi sevmezdi. Bu matah bir şey sayılmaz, hatta ayıplanırdı. Şimdi ise neredeyse o an nerede ne yaptığını ne yediğini içtiğini göstermek, yani kendini sergilemek yeni dönemin vazgeçilmez bir parçası olmuş gibi.
Ben daha önce de sıkıyönetim mahkemesinde yargılanıp ceza aldığım için farklı hapishanelerde kalmıştım. Son olarak Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde eski TCK’nın 146. maddesine göre anayasal düzeni zor yoluyla değiştirmek suçundan ceza aldım. Hakkımda düzenlenen iddianamede önce Türkiye Komünist Partisi/Birlik(TKP/B) yöneticiliği ve Türkiye Devrim Partisi (TDP) kuruculuğu iddiası vardı, ancak yargılama sonucunda TCK 146/1. maddeye aykırılıktan müebbet hapis cezası verildi. O dönemde yapılan yasal değişikliklerle müebbet hapis cezası alanlar 8 yıl yattıktan sonra çıkabiliyordu. Ancak benimle ilgili iddiaların büyük çoğunluğu yasanın çıktığı tarihten önceki döneme denk geliyor olmasına rağmen, ilgim olmayan bir eylem iddiası nedeniyle bu yasadan yararlandırılmadım.
Biraz şaşkınım...
Bilgisayar ve cep telefonlarının olmadığı dönemlerden 2023 yılına ışınlanmış gibi hissediyorum. Bir film adıydı galiba, buna bir tür “Geleceğe Dönüş” de diyebiliriz. Biliyorsunuz, o dönemlerde uzun gözaltı süreleri ve işkenceli sorgular vardı. Benim ifadem yoktu, hatta bu durum bile “örgüt tavrı” olarak değerlendirilip aleyhime kullanıldı. Ancak aynı dosyada başka bir sanığın ağır işkence altında verdiği bir ifade nedeniyle -ki bu kişinin de ağır işkence gördüğü doktor raporlarıyla kanıtlanmıştı ve duruşmada da bu ifadeyi reddetmişti- mahkum edildim. Üstelik bu ifade yalnızca hukuka aykırı yollarla elde edilmiş bir delil olması nedeniyle değil, içerik olarak da kabul edilemez nitelikteydi. Örneğin benim sıkıyönetimden aldığım ceza nedeniyle hapishanede olduğum dönemde yurt dışındaki örgüt kongresine katıldığım iddiası vardı. Ancak mahkeme usulen de esas olarak da kabul edilemez nitelikteki bu ifadeyi esas alarak mahkumiyet kararı verdi.
Sonraki süreçte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvuruda işkence ve adil yargılanma hakkının ihlali nedeniyle Türkiye mahkum edildi. AİHM kararından sonra yargılandığım mahkemeye yeniden yargılama başvurusu yapıldı, ancak mahkeme yasal düzenlemeleri hiçe sayarak talebimizi reddetti. Yargıtay’ın yasa gereği yeniden yargılama yapılması gerektiği yönündeki kararının ardından tekrar yargılama yapıldı ve aynı ceza tasdik edildi. Dolayısıyla müebbet hapis cezasının karşılığı olan 30 yılı yatmış oldum. Ancak son dönemlerde hapishanelerde bu süre dolmasına rağmen, disiplin cezası veya daha farklı biçimlerdeki cezalarla infaz süreleri uzatılıyor. Özellikle de keyfi idare gözlem kurulu kararları ve infaz yakmalarla mahpusların özgürlüğü elinden alınıyor. Bana da özel yaşam hakkımızı ihlal eden kameralarla ilgili protesto eylemine katıldığım gerekçesiyle ceza vermişlerdi, fazladan onu da yatıp çıkmış oldum.
Son olarak şunu belirtmek isterim ki geçmişte Filistin Kurtuluş Cephesi kamplarında da bulundum ama bize verilen cezalarda Kürt özgürlük mücadelesiyle yakınlığımızdan duyulan rahatsızlığın özel rolü olduğunu düşünüyorum.Bu bir kader değil. Doğrudur, uyuşturucu, cinayet, tecavüz gibi adli suçlulardan yatanların çıkması için sürekli biçimde yasa değişiklikleri yapılıyor. Çünkü gayrimeşru dünya mevcut düzenin yeraltısıdır ve onun ayrılmaz bir parçasıdır; onlar düzenin gayrimeşru ayaklarıdır, bu ayakları olmadan faşizm ayakta duramaz. Ancak serbest bırakılanlar sadece onlarla sınırlı değil. Son dönemlerde IŞİD, Hizbullah, İBDA-C ve El Kaide davalarından yargılananların, dosyalarındaki ağır suçlamalara rağmen göstermelik yargılamalar ve kısa süreli tutukluluklarla serbest bırakılmaları ve sürekli biçimde kısmi aflardan yararlandırılmaları da yargı iktidar ilişkisini açık biçimde ortaya koymaktadır.
Dolayısıyla yukarıda sıralananlar serbest bırakılırken, ülkenin ve halklarımızın kaderine kendi yaşamını bağlayan devrimciler ise içeride tutuluyor. Hapishaneler esas olarak bizler için var, onu zaten biliyoruz. Ama elbette bu bir “kader” değil. Ülkenin “makus talihini” bir gün mutlaka tersine çevireceğiz.
Devrimci girdim devrimci çıktım
Ben komünistim, devrimciyim. Öyle girdim öyle de çıktım. Bundan sonra da devrimci olarak kalacağım. Ben 68’in son demlerini lisedeyken yaşamış bir 78’liyim. O dönemde bizim kuşaktan binlerce genç katledildi. Bu kuşak bu toplumun en kararlı, cesur ve gözü kara kuşağıdır, yüz akıdır diye düşünüyorum.
Bu kuşakta yer alan ve son dönemdeki onlarca yılını cezaevinde geçiren mahpuslardan biri olarak şu an haliyle biraz şaşkınım... Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin günümüze nazaran daha geri olduğu, bilgisayar ve cep telefonlarının olmadığı dönemlerden 2023 yılına ışınlanmış gibi hissediyorum. Değişimin yönü ve içeriği ne olursa olsun, bugün Türkiye’nin, bölgenin ve dünyanın devrime ve sosyalizme eskisinden çok daha fazla ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Bir film adıydı galiba, buna bir tür “Geleceğe Dönüş” de diyebiliriz.