Antalya otele gelen bayan izmir gecelik bayan arkadaş pet shop Kayseri dul bayan

Mersin escort Bodrum escort Bursa escort

Tuzla russian escort Alanya russian escort Kayseri russian escort Antalya russian escort Diyarbakır russian escort Anadolu yakası russian escort Adana russian escort Ataşehir russian escort Şirinevler russian escort Beylikdüzü russian escort Halkalı russian escort Maltepe russian escort Ümraniye russian escort Samsun russian escort Avcılar russian escort Pendik russian escort Beylikdüzü russian escort Maltepe russian escort Ümraniye russian escort Mersin russian escort Avrupa yakası russian escort Kocaeli russian escort Bodrum russian escort Bakırköy russian escort Kadıköy russian escort İzmir russian escort bayan Beşiktaş russian escort Eskişehir russian escort Bursa russian escort Şişli russian escort Şişli russian escort russian escort İzmir Gaziantep russian escort Ankara russian escort Denizli russian escort Samsun escort kızlar Malatya russian escort İzmir russian escorts Samsun russian escort

Guymak
Sitenin sağında bir giydirme reklam
Nurcan Gül
Köşe Yazarı
Nurcan Gül
 

Allah, ilah - Tanrı ...

  Biz varlığı, Mutlak varlık  ve arazsal varlık olmak üzere iki  şekilde tanımlıyoruz. Mutlak varlık  hakkında  çok fazla yorum yapamıyoruz  yapımızdan dolayı   biliyorsunuz bizler  arazsal ,  yani izafi ve sınırlı varlıklarız. Sınırlı olanın sınırsız olanı anlatabileceği ölçüde değineceğiz. Anlayabilmek adına biz bu alemde Mutlak  varlık  için ZAT deriz .  Zat vardır , lakin arazsal  yada cisimsel varlık gibi görünmez. Şur’a suresinin 11. Ayetinde Zat için “O’nun benzeri  hiçbir şey yoktur” denilmiştir. Çünkü , eğer bir şeyin benzeri yoksa , o şey kendidir. Bir şeyin benzerinin olmaması  demek , o şey  salt kendisidir demektir. Hatta kendinin de benzeridir diyemeyiz. Eğer ,bir şey kendisinin benzeridir dersek, o şeyi iki suret üzere ve kısımlara bölmemiz gerekir. Kendisi olan bir şeye ne farklı bir suret isnat edilir, ne de bölüm ve cüzleri mevcuttur  denilebilinir. Çünkü bir şeyin benzeri yoksa ,kendi kendine benziyor da diyemeyiz. Peki niye diyemeyiz..?. Çünkü biz insanoğlu yani beşer olarak ,bir şeyi ancak başka bir şeyle kıyaslayarak ,başka bir şeye mukabil tanımlayabiliriz. Yani zıtlıklarla kavrayabiliriz. Zat’ın zıttı yoktur. Sırf  kendisi olan bir şeyle ne muhatap olunabilinir ne de tanım konulabilinir. Yaratıcı olan ZAT ,yaratırken vücudundan yani Zat’ın dan  hiçbir şey vermez, yoksa biter. Örnek  verecek olursak; Jenaratörün ürettiği elektrik, jenaratörün kendisi değil imgesidir. Yani hayalidir. Jenaratör elektirik üretirken, jenaratörde bir eksilme  olmaz. Ressam da zihninde oluşan bir hayali ,tuvaline aktarırken , ressam ancak hayalinin ,hayalini kopyalayarak  tuvaline o resmi aktarmış olur.Ve ressam da  bir  eksilme olmaz. Yaratıcı yaratırken ,  bilincinden başka kullanacağı hiçbir şey yoktur. Yaratmayı ,bilincinde olan ilmi ile yapar. Yaratıcının her şeye gücü bilinci iledir yani nefesindeki  ilmi ilahisi iledir. Bizler varlık aleminde buna bilinç diyoruz. Zaten ,bütün alem yaratıcının bilincinin  yani  ilminin kesifleşmiş halidir. Her bir sıfatlanmış cisimlerde yaratıcının kayıtlandırılmış bilincinin formlarıdır. İnsanda bilincin formudur. Zaman-mekanlar da bilinç formudur ve zihinseldir –algısaldır. Bütün sıfatlar, Allah’ın neferidir. İnsanın varlığı da kendi bilincidir. İnsanın  bilinç seviyesi ;kabiliyeti ve istidatı kadardır. Kabiliyet “KAP”  demektir. İSTİDAT  ise, kabiliyete  hizmet eden isimlerdir. Her bir istidatı kapsayan, yetenek- beceri- kabiliyet- marifet-ustalık istidatın ayrı ayrı isimleridir. İslam inancında “Tekvin-i Emir” yani yaratılışın  kaynağı ve menşeini oluşturan kudrete ,Zat’ın “Meşiyyet-i” yani “İradesi” olarak tanımlanıp ifade edilmiştir.. Bu ifadenin ontolojik (Varlık bilgisi ) menşeili  bilgisinin temeli, Zat’ın kendinden ,kendisi ile kendine olan tecellisi ilkesidir ”Tecelli “ise , cila-ayna- yansıma demektir. Tecelli , yani görünür olma birdir, fakat kabiliyetler ve istidatlar çeşitlidir. Zat, kendinden, kendine ,kendisi ile olduğu  süreçte, Zat ,kendi kendiyleydi. Yani ilk başlangıç hali olan TEK (VAHİD) haldeydi. Bu tek hale “GAYB-I MUTLAK” da denilmiştir. Aslında Zat ,ebediyyen kendisiyledir ve TEK’dir yani VAHİD’dir. Bir sonraki aşamada ise , yani “ALEM-İ CEBERUT’TA “ veya “TAAYYÜN-İ EVVEL”  mertebesinde  ZAT ,vücutsal tekliğini korumakla birlikte ,sıfatsal çokluğa yani “VAHİDİYYET”  aşamasına geçmiştir. Bu mertebe,  Zat’ını-sıfatlarını ve isimlerini  ve bütün mevcudatı  birbirinden ayırmaksızın  bir arada  topluca bulunduğu  özet  mertebesidir. Zat’ın ,vücutsal tekliğini koruyarak ,sıfatlar ile çokluk aşamasında rahmeti devreye girmiştir. Rahmetiyle sıfatlarını diri tutmak ve var kılmak için ,sürekli nefesiyle yani  sıfatlarını bilinçlendirerek  beslemeye başlamıştır. Daimlik arz eden bu süreç, “Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır” ifadesiyle vücut bulmuştur. Bu rahmet, geneldir yani umumidir. İstisnasız her şeyi kapsar. Bu kapsam alanı, Allah’ın , meşiyyet-i  yani irad-i tekvinin yaradılış ilkesidir ve tamamen ZAT’a aittir. Buraya kadar olan süreçte TANRI-İLAH kavramı yoktur. Tanrı’nın ismi de yoktur. Zat’ın yani yaratıcının sıfatları açığa çıkarken ,yani vahidiyyet aşamasında, sıfatlar, isimlenerek kabiliyetlenir. Zaten, vahidiyyet yani birliğin çokluğu  NEFESİN  kabiliyetlenerek isimlenmesinin sonucudur. Nefes’ten kastedilen BİLİNÇ’tir. Nefesin , kabiliyetlenerek isimlenmesiyle birlikte ,isim ve sıfatların sevk ve idare edilmesi için bir hiyerarşi meydana gelir. Bu hiyerarşinin yönetimi ,bütün isimlerin toplamı olan bir konsesüsün  oluşumunu gerektirir. Bu konsesin adı ALLAH-İLAH yani TANRI’dır. Yani “ALLAH” mefhumu, bütün ilahi sıfat ve isimleri  kendinde toplayan bir isimdir. Görüldüğü gibi, İlah veya Tanrı ,Zat’ın sıfatlarının kabiliyetlenerek isimlenmesi sonucu ,sonradan var edilmektedir. Dolayısıyla sonradan var edilen ARAZ’dır. Bu araz, yani Tanrı –İlah da Zat’ın nefesine bağlıdır. Varlık – yokluk ilkesine dahil olan yaratamaz. Çünkü nefesin sahibi değildir. Allah-Tanrı-İlah ,ancak nefesle var olandır. Allah  ile kul arasında bağ nedir .?..diye soracak olursak ;Allah ile kulları arasında inayetten (iyilik-yardım-lütuf) başka bağ , hükümden başka sebep ,ezelden başka vakit yoktur. İslam teolojisinde, yaratan ZAT mı..? ,yoksa Zat’ın sıfatı olan  ALLAH- İLAH veya TANRI mı ..? ifadeleri birbirine karışmış durumdadır  ve  gerçek bilinmemektedir. Varlığın ,varlığa  çıkmasını sağlayan gücün TANRI  olduğu ifade edilmektedir. Yani varlığı TANRI yarattı deniliyor. Oysa ,TANRI yaratmaz ,ancak sevk ve idare eder. Bu sevk ve idarenin içerisinde ,kendi iradesini ,varlığın en üst halkasını oluşturan insana teklif olarak bildiriyor. Yani  TEKLİF-İ EMİR’lerini  insana bildiriyor. Zaten bu irade ancak,teklif-i olur. Onun içindir ki, dinler ve kutsal kitaplar irad-i emir değildir , teklif-i emirdir ve teklif-i emirde ancak ,Tanrı tarafından gerçekleştirilir. Önemli husus ;Teklif-i emrin kendisi de, irad-i emrin kapsamında  olduğudur. Yani, teklif-i emre karşı  muhalefet söz konusu bile değildir. İslam teolojisinde ,yaratan Zat mıdır ,Tanrı mıdır  ayrıştırılmasında ki muğlaklık ,bireylerde karmaşaya ve kaosa neden olmaktadır. Bu karmaşa ve kaos, bireylerin kendileri ile ilgili gerçeklere hiçbir zaman ulaşamamaları  demektir. Bu durum bireylerin ,köleliğini pekiştirmekten başka bir şey değildir. Belki de bilinçli yapılan bir şeydir. Gerçekte yaratan ZAT olduğuna göre , Zat’ın nefesinden ortaya çıkan sıfatlarda ,artık ZAT devrede değildir. Zat’ın sıfatları devrededir. Çünkü mahlukat dediğimiz bu alem ve tüm boyutlar ,Zat’ın sıfatlarının tezahürüdür. Dolayısıyla, sıfatları yine sıfatların bileşkesi veya  toplamı  olan ALLAH-İLAH veya TANRI dediğimiz mefhum (Kavram ) yönetmektedir. İnsanda sıfatların bileşkesiyle iş ve oluştadır. İstisnasız tüm inançların kaynağı sadece insandır. Bir inanç ,diğer bir inancın kopyası veya devamı değildir. İnançlarda kullanılan  ,ortak dil ve kelimeler ,insanları yanıltır. Dil’ler sayısal dizeme göre olur. Türk’çe de sayısal dizem mevcuttur. Bazı dillerde sayısal dizem yoktur. Her birey , kendi içselliğine yani bilinç derinliğine ulaştığında inançla karşılaşır. Ayrıca birey ,bilinç  derinliğine ulaşmasa dahi ,yine  de yaşamı ikilem üzerinedir. Bu ikilemden  birini seçmesi ,seçtiği ikilem olan şıka inanmasından dolayıdır. Bilinç derinliğine ulaşan her bireyin, genel sorunu o ,ulaştığı bilinç derinliğinde dil’in olmayışıdır. Lakin o bilinç derinliğinde ki, bilgiyi, istidat dilinden ,dünya diline veya konuştuğu  dil’e çevirmeye veya aktarmaya çalıştığında o zaman , o bölgenin  popüler  dil’i veya anlatımı ne ise ,o  bilgileri ,o  dil’e göre formüle ederek anlatır. Bu anlatım ise , bir inancın sanki diğer inancın kopyası ve devamıymış  gibi zannını oluşturur      

Allah, ilah - Tanrı ...

 

Biz varlığı, Mutlak varlık  ve arazsal varlık olmak üzere iki  şekilde tanımlıyoruz.

Mutlak varlık  hakkında  çok fazla yorum yapamıyoruz  yapımızdan dolayı   biliyorsunuz bizler  arazsal ,  yani izafi ve sınırlı varlıklarız. Sınırlı olanın sınırsız olanı anlatabileceği ölçüde değineceğiz. Anlayabilmek adına biz bu alemde Mutlak  varlık  için ZAT deriz .  Zat vardır , lakin arazsal  yada cisimsel varlık gibi görünmez. Şur’a suresinin 11. Ayetinde Zat için “O’nun benzeri  hiçbir şey yoktur” denilmiştir. Çünkü , eğer bir şeyin benzeri yoksa , o şey kendidir. Bir şeyin benzerinin olmaması  demek , o şey  salt kendisidir demektir. Hatta kendinin de benzeridir diyemeyiz. Eğer ,bir şey kendisinin benzeridir dersek, o şeyi iki suret üzere ve kısımlara bölmemiz gerekir. Kendisi olan bir şeye ne farklı bir suret isnat edilir, ne de bölüm ve cüzleri mevcuttur  denilebilinir. Çünkü bir şeyin benzeri yoksa ,kendi kendine benziyor da diyemeyiz. Peki niye diyemeyiz..?. Çünkü biz insanoğlu yani beşer olarak ,bir şeyi ancak başka bir şeyle kıyaslayarak ,başka bir şeye mukabil tanımlayabiliriz. Yani zıtlıklarla kavrayabiliriz. Zat’ın zıttı yoktur. Sırf  kendisi olan bir şeyle ne muhatap olunabilinir ne de tanım konulabilinir.

Yaratıcı olan ZAT ,yaratırken vücudundan yani Zat’ın dan  hiçbir şey vermez, yoksa biter. Örnek  verecek olursak; Jenaratörün ürettiği elektrik, jenaratörün kendisi değil imgesidir. Yani hayalidir. Jenaratör elektirik üretirken, jenaratörde bir eksilme  olmaz. Ressam da zihninde oluşan bir hayali ,tuvaline aktarırken , ressam ancak hayalinin ,hayalini kopyalayarak  tuvaline o resmi aktarmış olur.Ve ressam da  bir  eksilme olmaz. Yaratıcı yaratırken ,  bilincinden başka kullanacağı hiçbir şey yoktur. Yaratmayı ,bilincinde olan ilmi ile yapar. Yaratıcının her şeye gücü bilinci iledir yani nefesindeki  ilmi ilahisi iledir. Bizler varlık aleminde buna bilinç diyoruz. Zaten ,bütün alem yaratıcının bilincinin  yani  ilminin kesifleşmiş halidir. Her bir sıfatlanmış cisimlerde yaratıcının kayıtlandırılmış bilincinin formlarıdır. İnsanda bilincin formudur. Zaman-mekanlar da bilinç formudur ve zihinseldir –algısaldır. Bütün sıfatlar, Allah’ın neferidir. İnsanın varlığı da kendi bilincidir. İnsanın  bilinç seviyesi ;kabiliyeti ve istidatı kadardır. Kabiliyet “KAP”  demektir. İSTİDAT  ise, kabiliyete  hizmet eden isimlerdir. Her bir istidatı kapsayan, yetenek- beceri- kabiliyet- marifet-ustalık istidatın ayrı ayrı isimleridir.

İslam inancında “Tekvin-i Emir” yani yaratılışın  kaynağı ve menşeini oluşturan kudrete ,Zat’ın “Meşiyyet-i” yani “İradesi” olarak tanımlanıp ifade edilmiştir.. Bu ifadenin ontolojik (Varlık bilgisi ) menşeili  bilgisinin temeli, Zat’ın kendinden ,kendisi ile kendine olan tecellisi ilkesidir ”Tecelli “ise , cila-ayna- yansıma demektir. Tecelli , yani görünür olma birdir, fakat kabiliyetler ve istidatlar çeşitlidir. Zat, kendinden, kendine ,kendisi ile olduğu  süreçte, Zat ,kendi kendiyleydi. Yani ilk başlangıç hali olan TEK (VAHİD) haldeydi. Bu tek hale “GAYB-I MUTLAK” da denilmiştir. Aslında Zat ,ebediyyen kendisiyledir ve TEK’dir yani VAHİD’dir. Bir sonraki aşamada ise , yani “ALEM-İ CEBERUT’TA “ veya “TAAYYÜN-İ EVVEL”  mertebesinde  ZAT ,vücutsal tekliğini korumakla birlikte ,sıfatsal çokluğa yani “VAHİDİYYET”  aşamasına geçmiştir. Bu mertebe,  Zat’ını-sıfatlarını ve isimlerini  ve bütün mevcudatı  birbirinden ayırmaksızın  bir arada  topluca bulunduğu  özet  mertebesidir. Zat’ın ,vücutsal tekliğini koruyarak ,sıfatlar ile çokluk aşamasında rahmeti devreye girmiştir. Rahmetiyle sıfatlarını diri tutmak ve var kılmak için ,sürekli nefesiyle yani  sıfatlarını bilinçlendirerek  beslemeye başlamıştır. Daimlik arz eden bu süreç, “Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır” ifadesiyle vücut bulmuştur. Bu rahmet, geneldir yani umumidir. İstisnasız her şeyi kapsar. Bu kapsam alanı, Allah’ın , meşiyyet-i  yani irad-i tekvinin yaradılış ilkesidir ve tamamen ZAT’a aittir. Buraya kadar olan süreçte TANRI-İLAH kavramı yoktur. Tanrı’nın ismi de yoktur.

Zat’ın yani yaratıcının sıfatları açığa çıkarken ,yani vahidiyyet aşamasında, sıfatlar, isimlenerek kabiliyetlenir. Zaten, vahidiyyet yani birliğin çokluğu  NEFESİN  kabiliyetlenerek isimlenmesinin sonucudur. Nefes’ten kastedilen BİLİNÇ’tir. Nefesin , kabiliyetlenerek isimlenmesiyle birlikte ,isim ve sıfatların sevk ve idare edilmesi için bir hiyerarşi meydana gelir. Bu hiyerarşinin yönetimi ,bütün isimlerin toplamı olan bir konsesüsün  oluşumunu gerektirir. Bu konsesin adı ALLAH-İLAH yani TANRI’dır. Yani “ALLAH” mefhumu, bütün ilahi sıfat ve isimleri  kendinde toplayan bir isimdir.

Görüldüğü gibi, İlah veya Tanrı ,Zat’ın sıfatlarının kabiliyetlenerek isimlenmesi sonucu ,sonradan var edilmektedir. Dolayısıyla sonradan var edilen ARAZ’dır. Bu araz, yani Tanrı –İlah da Zat’ın nefesine bağlıdır. Varlık – yokluk ilkesine dahil olan yaratamaz. Çünkü nefesin sahibi değildir. Allah-Tanrı-İlah ,ancak nefesle var olandır. Allah  ile kul arasında bağ nedir .?..diye soracak olursak ;Allah ile kulları arasında inayetten (iyilik-yardım-lütuf) başka bağ , hükümden başka sebep ,ezelden başka vakit yoktur.

İslam teolojisinde, yaratan ZAT mı..? ,yoksa Zat’ın sıfatı olan  ALLAH- İLAH veya TANRI mı ..? ifadeleri birbirine karışmış durumdadır  ve  gerçek bilinmemektedir. Varlığın ,varlığa  çıkmasını sağlayan gücün TANRI  olduğu ifade edilmektedir. Yani varlığı TANRI yarattı deniliyor. Oysa ,TANRI yaratmaz ,ancak sevk ve idare eder. Bu sevk ve idarenin içerisinde ,kendi iradesini ,varlığın en üst halkasını oluşturan insana teklif olarak bildiriyor. Yani  TEKLİF-İ EMİR’lerini  insana bildiriyor. Zaten bu irade ancak,teklif-i olur. Onun içindir ki, dinler ve kutsal kitaplar irad-i emir değildir , teklif-i emirdir ve teklif-i emirde ancak ,Tanrı tarafından gerçekleştirilir. Önemli husus ;Teklif-i emrin kendisi de, irad-i emrin kapsamında  olduğudur. Yani, teklif-i emre karşı  muhalefet söz konusu bile değildir.

İslam teolojisinde ,yaratan Zat mıdır ,Tanrı mıdır  ayrıştırılmasında ki muğlaklık ,bireylerde karmaşaya ve kaosa neden olmaktadır. Bu karmaşa ve kaos, bireylerin kendileri ile ilgili gerçeklere hiçbir zaman ulaşamamaları  demektir. Bu durum bireylerin ,köleliğini pekiştirmekten başka bir şey değildir. Belki de bilinçli yapılan bir şeydir.

Gerçekte yaratan ZAT olduğuna göre , Zat’ın nefesinden ortaya çıkan sıfatlarda ,artık ZAT devrede değildir. Zat’ın sıfatları devrededir. Çünkü mahlukat dediğimiz bu alem ve tüm boyutlar ,Zat’ın sıfatlarının tezahürüdür. Dolayısıyla, sıfatları yine sıfatların bileşkesi veya  toplamı  olan ALLAH-İLAH veya TANRI dediğimiz mefhum (Kavram ) yönetmektedir. İnsanda sıfatların bileşkesiyle iş ve oluştadır.

İstisnasız tüm inançların kaynağı sadece insandır. Bir inanç ,diğer bir inancın kopyası veya devamı değildir. İnançlarda kullanılan  ,ortak dil ve kelimeler ,insanları yanıltır. Dil’ler sayısal dizeme göre olur. Türk’çe de sayısal dizem mevcuttur. Bazı dillerde sayısal dizem yoktur. Her birey , kendi içselliğine yani bilinç derinliğine ulaştığında inançla karşılaşır. Ayrıca birey ,bilinç  derinliğine ulaşmasa dahi ,yine  de yaşamı ikilem üzerinedir. Bu ikilemden  birini seçmesi ,seçtiği ikilem olan şıka inanmasından dolayıdır.

Bilinç derinliğine ulaşan her bireyin, genel sorunu o ,ulaştığı bilinç derinliğinde dil’in olmayışıdır. Lakin o bilinç derinliğinde ki, bilgiyi, istidat dilinden ,dünya diline veya konuştuğu  dil’e çevirmeye veya aktarmaya çalıştığında o zaman , o bölgenin  popüler  dil’i veya anlatımı ne ise ,o  bilgileri ,o  dil’e göre formüle ederek anlatır. Bu anlatım ise , bir inancın sanki diğer inancın kopyası ve devamıymış  gibi zannını oluşturur

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
Adana escort Alanya escort Anadolu yakası escort ankara escort Antalya escort Ataköy escort Avcılar escort Avrupa yakası escort Bahçelievler escort Bahçeşehir escort Bakırköy escort Başiktaş escort Beylikdüzü escort Bodrum escort Bursa escort Denizli escort Diyarbakır escort Esenyurt escort Eskişehir escort Etiler escort Fatih escort Gazinatep escort Halkalı escort istanbul escort İzmir escort İzmit escort Kadıköy escort Kayseri escort Kocaeli escort Konya escort Kurtköy escort Kuşadası escort Malatya escort Maltepe escort Mecidiyeköy escort Mersin escort Nişantaşı escort Pendik escort Muratpaşa escort Şirinevler escort Şişli escort Taksim escort Ümraniye escort ataşehir escort kartal escort