ALEM İNSAN TASAVVUR VE BİLİNCİ İLE Mİ VAR
Tüm alem, dünya, dünya dışı varlıklar, farklı alemler, galaksiler ve her ne olursa olsun tüm bilim dalları, ister atom, atom altı parçacıkları olsun ister klasik fizik tümü insan bilinci ve tasavvurundan ibarettir. Tüm alem bilincin yani Zat ın ilminin, canlı formunun tasavvuru ile form giyerek görünür olur.
İlim, Levh-i Mahfuzda hakikat, görünüre çıkınca gerçeklik olur. Her canlı formunun gerçekliği, bir başka canlı formunun gerçekliği ile aynı değildir. Çünkü her canlı formu kendi alemini, kendi kabı ve istidadınca tasavvur ile gerçekliğe yansıtır. Levh-i Mahfuz da hakikat olan ilim kendini gerçekliğe kabiliyete göre yansıtır. Hakikat yalın ve renksizdir ve kabiliyetlere göre gerçeklikte form yani suret kazanır, tıpkı su gibi girdiği kabın şekline, rengine bürünür. Dahada anlaşılır hali ile hakikati yağmur gibi düşünecek olursak, yağmur yalın yağar, ancak tohum onu kendi kabiliyetince gerçekliğine yansıtır. Yani yağmur yağdığında acı biberi biber, çiçeği çiçek yapar.
Yalın ve renksiz olan hakikat suret giyindiği takdirde artık görünür olur. Görünür olan da gören ile muhatap olur. Haliyle gören ve görülen ilişkisi gerçekliğe ait olup gören ile suret kazanır. Örneğin jenaratörün sıfatı, yani, bilinci, yani bilgisi ile ürettiği elektrik enerjisi, biçimsiz ve bir surete sahip olmayıp, lamba kabiliyetinde ışık ile suret kazanır. Şayet insan bilincinde ışık bilgisi ve sureti mevcut olmasaydı vede tasavvur yani hayal potansiyeline sahip olmasaydı ne lamba nede elektik enerjisi lambada ışık olarak yansıyamazdı. Lambada ki ışık gören ve görülen ilişkisi sonucudur. Burda gözlemcinin önemi devreye giriyor, yani gözlemci yok ise gözlemlenende olmayacaktır.
Gözlemcinin varlığı ile gözlemlenen şey ve gözlemlenenin aldığı sonuç yani suret dolanıktır. Yani gözlemci tasavvuru ile gözlemleneni suretlendirmesi, yani yorumlaması gözlemlenenin bilgisine ( istidadı ,sureti) sahip olmasından olup, kendi gerçekliği nispetinde yansıtır. Çünkü yorumlama bireye has olup her formun kendine has gerçekliği vardır. Aynı formda olan canlılar mesela insanların yorumlaması mikron düzeyde farklıdır diğerlerinden. Örneğin hepimizin gördüğü kırmızı bire bir aynı değildir.
Hz. Ali’nin “Her insan kendi kainatı ile doğar, kendi kainatı ile ölür” sözü bu konuya müthiş bir açıklık getirir. İnsan da tüm isimlerin cem etmesi, halife olması hasebiyle insan en mükemmel suretlendirendir. İnsan olmadan bu alem dürülür ve üzerinde yaşayan diğer canlıların bilinci ve tasavvuruna kadar küçülür. Eğer dünya üzerinde, varlığı bilincinde ve tasavvurunda oluşturacak hiç bir canlı kalmaz ise böyle bir dünya ve kainat dürülür yok olur.
Her ne yapılırsa, tüm keşifler evrene dair dünyaya dair tüm keşifler, evveli sonrası tüm yeni galaksi keşifleri, yıldızları galaksileri keşfetseler bile insan bilinc ve tasavvurundan bir milim bile ayrılmaz ve ayrılamazsınız. Ne yazık ki insanların geneli bunun hiç farkına varmadan ve kendini bilmeden, kendi bilinç ve tasavvurunda var olan bu alemi hep dışında ve dışarda çaresizce bir arayış içinde yalpalanıp durur.
Kişi kendini bilme, yolculuğuna çıktığında yani bilincinin derinliklerine indikçe dışarda algıladığı alemin nesnel olmayıp metafizik alan olduğunu keşfeder Dolayısıyla insan özünde metafizik bir varlıktır. İşte din burda insana bu metafizik gerçekliğiyle, insanın "kendisini bilmesinin’’ yol ve yöntemini anlatır.
Alemde her şey insan tasavvurunda var olmasından dolayı suret kazanır.