Kuzenimin kızı: Seli Hacıalioğlu İngilizce yazsının Türkçesi.
Her ulusun kimliğini tanımlayan tarihî anları vardır.
Ancak 30 Ağustos'ta Türkiye'nin Zafer Günü kadar dramatik ve dünya şekillendiren anlar çok azdır. Bu gün, sadece Türkiye için değil, tüm bölge için bir dönüm noktasıdır.
Görünüşte aşılmaz zorluklarla karşı karşıya olan modern Türkiye'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, savaştan harap olmuş bir ülkeyi zaferle tanıştırarak dünyayı şaşkına çevirmiş ve modern Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini atmıştır.
1920'lerin başında Türkiye, yıllarca süren savaşlar ve işgaller sonucu harap olmuş bir ülkeydi. Müttefik Kuvvetler, askeri üstünlüklerine olan güvenle, Osmanlı İmparatorluğu'nun kalıntılarını bölüp Türkiye'yi adeta bir vassal devlet olarak bırakacak olan Sevr Antlaşması'nı uygulamaya koymak istiyorlardı.
Yunan ordusu, Müttefiklerin desteğiyle, Anadolu'nun derinliklerine ilerleyerek milliyetçi hareketi ezmeyi ve Türk toprakları üzerindeki hakimiyetlerini pekiştirmeyi amaçladı.
Türklerin Zafer Günü: 30 Ağustos'ta bir milletin imkansızı nasıl yendiği
Ancak dünya izlerken olağanüstü bir şey oldu. Umutsuzluk ve hayal kırıklığı ortamında, Atatürk'ün askeri stratejisi halkını topladı ve tarihin en dikkat çekici askeri geri dönüşlerinden birini organize etti.
Moral bozukluğu yaşayan ve dağılmış bir kuvveti, çok daha üstün bir düşmanı püskürtebilecek birleşik ve kararlı bir orduya dönüştürdü. Dahiyane stratejiler, titiz lojistik ve sarsılmaz bir ulusal ruhla Türkiye, imkansızı başardı.
Zafer Günü, birçok kişinin aşılmaz olarak gördüğü bir savaşı kazanmayı başaran bir ulusun gününü kutluyor. Bu zaferi bu kadar olası kılmayan neydi? Ve Türkiye'nin lehine olan bu durumu sağlayan stratejiler ve lojistik manevralar nelerdi?
Bağlam: I. Dünya Savaşı'ndan Türk Kurtuluş Savaşı'na (1917-1921)
1917 ile 1921 yılları arasında Türkiye için çalkantılı ve dönüm noktası olan yıllardı. Osmanlı İmparatorluğu, bir zamanlar geniş ve güçlü bir varlık iken, I. Dünya Savaşı'ndaki yenilgilerinin ağırlığı altında çöküyordu. 1918 yılına gelindiğinde, İmparatorluk neredeyse tüm topraklarını kaybetmişti ve başkenti İstanbul, Müttefik kuvvetler tarafından işgal altındaydı.
30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Mütarekesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşa katılımının resmi olarak sona erdiğini işaret ediyordu, ancak aynı zamanda daha fazla dağılmanın da yolunu açtı. Müttefik güçler, özellikle Britanya, Fransa ve İtalya, Yunanistan'la birlikte, kalan Osmanlı topraklarını aralarında paylaşmak istiyorlardı.
Mayıs 1919'da Yunan kuvvetleri, Müttefiklerin desteğiyle İzmir'e çıkarma yaptı ve bu durum, Anadolu genelinde yaygın bir öfke ve direnişin tetikleyicisi oldu. Bu işgal, birçok Türk tarafından yurtlarına doğrudan bir saldırı olarak görüldü ve zaten İstanbul ve diğer önemli bölgelerde devam eden yabancı işgalin bir uzantısı olarak algılandı. İşte bu zor koşullar altında, Mustafa Kemal Atatürk, Türk topraklarının egemenliğini savunmaya kararlı bir ulusal lider olarak ortaya çıktı.
Atatürk'ün yolculuğu, 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak bastığında başladı, ki bu tarih, şimdi Türk Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcı olarak anılmaktadır. Durumun aciliyetini fark eden Atatürk, Erzurum ve Sivas'ta kongreler düzenleyerek çeşitli milliyetçi grupları tek bir bayrak altında birleştirdi. Bu kongreler, Türk topraklarının bütünlüğünü geri kazanmayı ve savunmayı amaçlayan ulusal hareketin temelini oluşturmak için çok önemliydi.
Yunan Ordusu'nun Türkiye'ye saldırısı ve Zafer Günü'nün kutlanmasına yol açan askeri strateji
Britanya ve Fransa'nın desteğiyle cesaretlenen Yunan ordusu, bölgenin kontrolünü ele geçirmek için Anadolu'ya bir saldırı başlattı. İyi donanımlı ve sayıca üstün olan kuvvetleri, hızla ilerleyerek kilit şehirleri ele geçirdi ve Türk topraklarının derinliklerine doğru ilerledi. 1921 yılına gelindiğinde, Yunan ordusu Sakarya Nehri'ne kadar ilerlemiş, milliyetçi başkent Ankara'yı tehdit ediyordu.
Birçok gözlemci için durum umutsuz görünüyordu. Türkiye'nin askeri gücü dağılmış, ekonomisi harap olmuştu ve halk, yıllardır süren çatışmaların ardından yorgun düşmüştü. Türk milliyetçi hareketinin başarılı bir direniş sergileme olasılığı çok düşük görünüyordu. Müttefikler, Atatürk'ün askeri stratejisinin, Yunan ilerlemesine ciddi bir şekilde karşı koyamayacağına inanıyorlardı.
Ancak, Yunanlar Atatürk'ün kararlılığını ve Türk halkının azmini hafife aldılar. Tüm olumsuzluklara rağmen, Atatürk Türkiye'nin hayatta kalmasının, istilacılara karşı direnme ve onları püskürtme yeteneğine bağlı olduğunu fark etti. Bu sadece bir askeri çatışma değil, ulusal varoluş mücadelesiydi. Riskler son derece yüksekti ve başarısızlık bir seçenek değildi.
Büyük Taarruz: Zaferin sağlanması ve Türk Kurtuluş Savaşı'nda Türkiye'nin geleceği
Aylar süren hazırlıkların ardından Atatürk, 26 Ağustos 1922'de Yunan kuvvetlerini kesin bir şekilde yenmek ve Türk topraklarının işgalini sona erdirmek amacıyla Büyük Taarruz'u başlattı.
Taarruz, Türk kuvvetlerinin birden fazla cephede eş zamanlı olarak saldırı başlattığı titizlikle planlanmış bir harekâttı. Operasyonun başarısı, sürpriz unsuruna, hızına ve Yunan ordusunu alt etme kabiliyetine bağlıydı.
Türk kuvvetleri, artık iyi organize olmuş ve savaş deneyimi kazanmış olarak, planı büyük bir hassasiyetle uyguladı. Birkaç gün içinde Yunan hatlarını yararak kaotik bir geri çekilmeye zorladılar. Yunan ordusu, demoralize olmuş ve dağınık bir halde, etkili bir direnç gösteremedi.
30 Ağustos'ta Dumlupınar Meydan Muharebesi ile Yunan kuvvetlerinin kalıntıları kıyıya doğru kaçmaya başladı. Bu savaş, Yunan işgaline son veren en belirleyici darbe olarak tarihe geçti ve Anadolu'daki Yunan cephesinin çökmesine yol açtı.
Türkiye'nin Zafer Günü'ndeki askeri başarısı
Atatürk'ün stratejik dehası ve ulusal egemenlik konusundaki sarsılmaz takibi, yalnızca işgal güçlerinin yenilmesiyle sonuçlanmadı, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasına da zemin hazırladı. Bu zafer, Türkiye'nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü uluslararası alanda tanıyan Lozan Antlaşması'nın imzalanmasına doğrudan yol açtı.