Kumar bağımlılığının ardındaki mekanizma
Yasadışı bahis operasyonlarıyla kumar bir kez daha ülke gündemindeyken, nice hayat karartan bu illetin insanlar üzerinde nasıl böyle hüküm sürebildiğini merak ediyorsanız, işe beynimizde nerelere dokunduğunu anlayarak başlamalıyız...
Hazır gündemimize yasadışı kumar konusu kıyısından köşesinden girmişken, sizinle bu ilginç konuyu bir masaya yatırmak istedim çünkü uyuşturucu veya alkol bağımlılığını anlamak biraz daha kolay: Sonuçta vücuda bir madde alıyorsun ve o madde bağımlılık yapıcı olduğu için bağımlılık geliştiriyorsun. Ama kumar bağımlılığını anlamak insanlara çok daha zor geliyor çünkü vücuda giren çıkan bir şey yok, bağımlılık geliştirilen şey, en nihayetinde bir çeşit oyundan ibaret.
Hatta o oyunlar da günümüzde gençlerin oynadığı karmaşık ve son derece öğretici olabilen oyunlara nazaran çok çok daha basit olan, çok sıradan, adeta bayağı oyunlar: Kutuları patlatmaca, kol çekip birkaç sayıyı yan yana hizaya getirmeye çalışmaca veya benzer şekilleri bulmaca gibi son derece basit oyunlar...Buna rağmen kumar bağımlılığı, tam teşekküllü bir bağımlılık: İnsanlar yaptıklarının kötü olduğunu bilmelerine, her şeylerini kaybetmelerine, terimin tam anlamıyla “dibi görmelerine” rağmen oynamaya ve kaybetmeye devam ediyorlar. Bu nasıl oluyor?
Temelinde dopamin bağımlılığı var
Buna sebep olan sinirbilimsel mekanizma, diğer bağımlılıklarda da karşımıza çıkan dopamin yolakları. Dopamin, zevk ve ödül hislerini pekiştiren bir hormon; ancak bu hormon, genellikle zevk ve ödüle ulaştığımızda değil, zevk ve ödül “beklentisi içerisine girdiğimizde” salgılanmaya başlıyor -ve bizi çok odaklanmış, çok heyecanlı, çok umutlu hissettiriyor. İşte birçok insanın bağımlılık geliştirdiği şey de, dopaminin bu yoğun şekilde salgılandığı dönemlerde yaşanan pozitif duygular ve öfori hali. Bir insan, bu mental bölgede çok uzun vakit geçirdiğinde, beyninde dopamine duyarlı olan reseptörler bu hormona duyarlılıklarını yitirmeye başlıyor, yani “desensitivize” oluyorlar. Dolayısıyla aynı miktarda hazzı yaşamak için, kişinin daha da yüksek dopamin vuruşlarına ihtiyacı oluyor. Bu da daha yüksek risk alıp oyunları daha büyük paralarla oynamaya dönüşüyor. İşte bu, bağımlılığın ta kendisi.
Tabii ki kumar oyunlarının nasıl kurgulandığı da bağımlılığı fazlasıyla etkiliyor. Sonuçta insanların kumarhanelerdeki slot makinelerine, rulet veya blackjack gibi masa oyunlarına, Spiderman veya Need for Speed gibi bilgisayar oyunlarına olduğundan çok daha güçlü bir bağımlılık geliştirmelerinin bir nedeni olmalı. Bu neden, kumar oyunlarının kişiyi oyunda tutmak için yaptığı şeye dayanıyor: Bilgisayar oyunlarının aksine kumar oyunları, oyuncuyu önceden tasarlanmış bir hikâye içinde sürüklemeye çalışmıyor; daha ziyade, kazanç beklentisini her an yüksek tutup “Ha kazandım ha kazanacağım!” hissini insanlara durmaksızın yaşatmayı hedefliyor.
İlginç bir şekilde, 5 sayının tutturulması gereken bir oyunda 4 sayıyı bilip de kaybeden bir kişinin beyni (yani “neredeyse kazanan” bir beyin), o turu “kayıp” olarak değil, “kazanç” olarak algılıyor. İşte kumar oyunları, “kazanç gibi gözüken kayıplar” dediğimiz bu psikolojiyi manipüle ederek ve tabii ki sürekli yanıp sönen ışıklar, değişen görüntüler, akan ekranlar ve heyecan verici seslerle sizi ve dikkatinizi oyunda tutuyor. Yani biraz erotik terimlerle tarif edecek olursam: Bu oyunlar, oyuncuları hazzın doruk noktasına ulaşmanın eşiğine kadar getirecek düzeyde tahrik edip de bir türlü o doruğa ulaşmalarına izin vermiyorlar -veya izin verseler de, bunu çok ufak ufak ve nadiren yapıyorlar.
İşte bu dinamik, kumarbazların para kaybetmeye devam etseler bile oyunda kalmalarının asıl nedeni. “Evet, para kaybettim ama, bir tur daha oynarsam hepsini geri kazanabilirim!” hissine kapılıyorlar. Para kazandıklarındaysa, “Evet, para kazandım ama bu şansımı devam ettirebilirim” hissini yaşıyorlar.
İşte kumar oyunlarının ördüğü bu ölümcül ağa “Kumarbaz Safsatası” diyoruz. Bu safsatayı tam olarak anlamak ve etrafımıza doğru bir şekilde anlatmak çok hayati. Bakın, insan beyni, bir çeşit örüntü tespit makinesinden ibaret. Vücudumuzdan ve daha önemlisi etrafımızdan veriler, duyu organlarımız aracılığıyla sürekli olarak beynimize iletiliyor ve beyin, bunlar içerisindeki örüntüleri tespit ederek besin ve su kaynaklarını buluyor, tehditleri önceden tespit ediyor, bir sonra gideceği yere karar veriyor, bir sonraki hamlesini belirliyor.
Bu örüntü tespit kabiliyeti bizi bugünlere kadar getirmiş olsa da aynı zamanda fal, müneccimlik ve astroloji gibi zırvalara yönelik inancımızın, sayısız bilişsel zaafa sahip olmamızın ve kumar gibi olguların bizi aldatabiliyor olmasının da bir numaralı nedeni. Çünkü beynimiz, kendini meşgul edecek yeterince örüntü tespiti yapamadığında, suni olarak bize sunulan ve içinde örüntüler olduğu vaat edilen unsurlara yönelik bir merak geliştiriyor. Bu merak, tamamen rastgele gerçekleşen olaylar arasında bir bağlantı, tamamen stokastik ve kaotik bir biçimde olagelen süreçler içerisinde bir örüntü olduğunu sanmamıza neden oluyor.
Hep çift gelse bile yine çift gelebilir!
Kumar örneğini ele alalım ve ruletin basit bir versiyonunu düşünelim: Sadece tek veya çift sayılara oynayabiliyorsunuz. Doğru bilirseniz (yani “tek” geleceğini söylediğinizde, tek sayı gelirse), koyduğunuz paranın 2 katını kazanıyorsunuz. Bilemezseniz, koyduğunuz parayı kaybediyorsunuz. “Tek” dediniz, top atıldı, çift sayı geldi. Yine “tek” dediniz, top atıldı, yine çift sayı geldi. Hayda... “Tek” dediniz, top atıldı, yine çift sayı geldi. Yok artık! Bu defa kesin tek gelmeli; kaç kere çift gelebilir ki? Haliyle “tek” dediniz ve varınızı yoğunuzu bahse koydunuz, bunca çiftten sonra kesin tek gelecek! Top döndü, döndü, döndü... Yine çift geldi! Her şeyinizi kaybettiniz. Hata nerede?
Kumar bağımlılığının nedenlerinden biri de ritüelizasyon. Bunu, belli bir hareket sergilediğinizde (bir zarı üfleyerek attığınızda veya “totem” yaptığınızda) sonucun sizden yana olacak şekilde değişeceğine inanmak olarak tanımlayabiliriz...
Öncelikle hata, oyunu oynamanızda. Eğer oynamasaydınız, paranız cebinize kalacaktı. Bir kumar masasına oturduğunuz anda ise kaybetmeyi kabul etmişsiniz demektir. Çünkü slot makineleri (%2-15), rulet (%2.7-5.26), blackjack/21 (%0.5-2), barbut (%1.24-14.36) gibi oyunların hepsi, parantez içinde yazdığım aralıklar oranında “kumarhane avantajı”na sahip. Yani rulette sizin kazanma ihtimaliniz, kumarhanenin kazanma ihtimalinden her oyunda %2.7 ilâ %5.26 daha düşük (tekerlekte sadece bir adet “0” mı, yoksa hem “0” hem “00” mı olduğuna göre değişiyor). Ve %5’lik bir fark bile, 10 el, 20 el, 100 el oynadığınızda neredeyse kesin olarak kaybetmeniz demek. Belli bir gün şanslı olsanız bile, uzun vadede oynamaya devam ettiğiniz durumda, kaybetmeniz de garanti -çünkü kasanın kazanma ihtimali sizinkinden %5 daha yüksek!
İkinci hatanızsa, birbirinden bağımsız olan olasılıkların, sırf aynı oyun dizisi içinde meydana geldikleri için, birbirleriyle ilişkili olduğunu varsayma hatası: Rulette herhangi bir turda tek mi yoksa çift mi geleceği, önceki el (veya ellerde) tek mi çift mi geldiğinden tamamen bağımsız bir konu. Ben Las Vegas’ta 21 kez üst üste siyah geldiğini kendi gözlerimle gördüm -ve üst üste 3 kez siyah geldikten sonra, o 21’inci sefere ulaşana kadar, kumarbazların “Kesin bu defa kırmızı gelecek, başka bir ihtimal yok” dediklerine bizzat şahit oldum.
Gözlerimin önünde ne paralar kaybettiler! Bu çok normal çünkü uzun vadede kırmızılar ve siyahlar ortalamada eşit miktarda gelecek olsa da, o rulet makinesi yıllar boyunca, aralıksız bir şekilde, her 1-2 dakikada bir yeni bir atış yaptığı için, ömrü boyunca atacağı on binlerce top serisinden bazılarının 5, 10, 15, 20 hatta 50 kez aynı yönde olması mümkün. Bu, aletin hileli olduğu anlamına gelmiyor, istatistik zaten böyle çalışan bir şey! Siz bu gerçeği unuttuğunuz ve “Çok fazla aynı renk/sayı geldi, artık gelmeyecek!” (veya “Ne zamandır şu renk/sayı gelmedi, şimdi gelecek!”) dediğiniz anda Kumarbaz Safsatası’na düşmüş oluyorsunuz.
Kaygıya düşen kumara dönüyor
Ama tabii ki sadece bunlar değil: Kumarda kaybeden kişiler, kayıplarının farkına vardıkları anda stres ve anksiyete deneyimliyorlar. Bunu sevdiklerine nasıl izah edeceklerini düşünmeye başlıyorlar. Ay sonunu nasıl getirecekleri konusunda korkuya kapılıyorlar. Bu korku, onları kumardan uzaklaştırmak yerine, “kayıp kovalamak” dediğimiz bir döngüye sokuyor: Daha büyük bahislerle yeniden kumar oynayarak, kayıplarını geri kazanmaya çalışıyorlar ve daha da fazla kaybediyorlar.
Buna ek olarak, kumarbazların kumar davranışını sürdürmesinin nedenlerinden bir diğeri, güvercinler, köpekler ve maymunlar gibi insan-harici hayvan türlerinde de gördüğümüz ritüelizasyon davranışı. Bu, belli bir hareket sergilediğinizde (mesela bir zarı üfleyerek attığınızda veya “totem yaptığınızda”) sonucun sizden yana olacak şekilde değişeceğine inanma davranışı. Kumar oyunları, size rastgele bir şekilde kazandırıp kaybettirerek, kazandığınız o birkaç vakada yaptığınız özel bir hareketin kazancınızın asıl nedeni olduğunu sanmanıza neden oluyorlar. Yani sizi, kazanç ve kayıplarınız üzerinde bir şekilde kontrolünüz olduğuna inandırıyorlar. Buna da “kontrol illüzyonu” diyoruz.
Bunların birçoğu kafamızın içinde olup bitenler... Tabii bir de dışındakiler var. Kumara düşen insanların çoğu, ekonomik zorluklardan geçen kişiler oluyorlar ve kumar sayesinde kısa yoldan kazanç elde edebileceklerini düşünüyorlar. O nedenle Türk ekonomisi kötüleştikçe bahis oyunları yaygınlaşıyor. Ayrıca kumara teşvik eden yer ve işletmelerin kolay bulunması ve yaygın olması veya toplumun kumarı normal karşılaması gibi faktörler, kumara meyilli kişilerin bu ağa düşmesini kolaylaştırıyor. Gerçi bu noktaya biraz dikkatli yaklaşmak lazım çünkü bu tür bağımlılık yapıcı konulara yasakçı bir zihniyetle yaklaşmak çok nadiren sorunları çözüyor. Daha ziyade olan, yasadışı bahis gibi alternatif ve kontrol etmesi çok daha güç olan metotların yaygınlaşması oluyor.
O nedenle birçok durumda bu tip “tehlikeli” olan ama genellikle zararın çoğunu bireyin kendisine veren vakalarda bu davranışları serbest bırakmak ve devlet denetimine/vergilendirmesine almak, tamamen yasaklayıp sanki böyle bir sorun yokmuş gibi davranmaktan (çoğu durumda) daha avantajlı.
Uyuşturucu gibi yoksunluk yaratıyor
Maalesef kumar batağına düşen kişileri bu bağımlılıktan kurtarmak da çok zor çünkü insan beyninin ödül mekanizması beynin diğer kısımlarıyla sıkı sıkıya bağlı hâlde. Dolayısıyla beynin alıştığı ve daha fazla istediği hormon seviyesini tutturamadığınızda, beynin diğer kısımları da düzgün çalışamıyor, kişiyi strese ve depresyona sürükleyebiliyor ve bu nedenle bireyler, kurtuluşu daha da fazla kumar oynamakta arayabiliyorlar.
Bu, adeta yoksunluk semptomları çeken bir müptelanın deneyimlediği şey. Bu nedenle kumar bağımlılığıyla çok sağlam bir tıbbi ekip yardımıyla ve yakın çevrenin aktif yardımıyla, son derece istikrarlı bir şekilde mücadele etmek gerekiyor. Birçok durumda kumar bağımlılığıyla birlikte anksiyete, depresyon ve uyuşturucu bağımlılığı gibi diğer problemleri de tedavi etmek ve kumar bağımlılığının altında yatan problemleri çözmek gerekiyor. Anlayacağınız kumar bağımlılığı, kişilerin asla kendi başlarına yenebilecekleri bir bağımlılık değil.
Eğer bu bataklığa düştüyseniz ve kurtulmak istiyorsanız, yardım istemekten çekinmeyin. Her şeyden önce Yeşilay gibi kurumlara başvurarak ilk adımı atabilirsiniz. Sonrasında, onların da yönlendirmesiyle, çeşitli tıp kurumlarından destek alarak bu problemi alt edebilirsiniz. Ne olursa olsun, kumarın bir cevap olmadığını anlamak işin ilk adımı. Umarım bu yazı, bunu bir nebze olsun başarabilir.