EGE' NİN OLUŞUMU - 7
Ata cin, sevdalandığı adamoğlunun kızını doğruca denizin yedi kat derininde, pırıl pırıl yanan altından sarayına götürdü; onu sarayının sultanı, deniz diplerinin tanrıçası yaptı.
Deniz kuşlarının sütüyle besledi, pufla aktinya yataklarda yatırdı, deniz kızlarından halayıklar tuttu. Bir dediğini iki etmedi. Cümle balıklar sıradan gelip yeni tanrıçayı kutladılar. Denizlerin maviliği cini, tanrıçanın hiç yanından ayrılmadı; o nereye gitse, bütün denizleri onun adına maviledi; dalgaları susturdu, denizi süt liman etti.
Gece gece ata cin denizlerdeki işini bitirip sarayına dönünce, tanrıça adamoğlunun kızı, onu kapı önünde karşılardı: Üç dişli çatalının elinden alır, ayaklarına yavru ahtapot terlikleri verir, halayıklarına buyurup, akşam yemeğini çıkartırdı. Deniz dibi cinlerinin atası, tanrıça adamoğlunun kızını hep sevdi. Tanrıça da buna karşılık olarak, iki nur topu gibi kız doğurdu. Birini Akdeniz' e, birini Okyanuslara tanrıça ettiler.
İki küçük tanrıça kız oğlan kız kaldılar, kimselere varmadılar. Baba ata cin, onların n' apıp n' ettiklerini bir günden bir güne öğrenemedi. Yetişkin, ergen kızlardı, denizdekilerin birinin bile yüzüne bakmadılar. Anadan gelme kandaki adamoğluluk soyu onları da çekti. Yaz günlerinde baba sarayına konuk geldiklerinde hiç tek durmadılar.
Kara cinleri atasının sevgiyi bulan dişi cinin göğüs kafesinden yarıp aldığı yüreğini Velidağı' ndan Ege' ye fırlattığı günden bu yana, deniz dibi çiçekleri gibi açan kıskandırıcı süngere inen yeni adamoğullarına kanca attılar.
Derler ki: Süngere inen süngerci korkacaksa, en çok bundan, deniz dibi cinlerinin bu iki azgın kızından korksun!.. Onlar hiçbir vakit erkeğe doymaz. Üstlerine çektikleri süngerci kısmıyla yer gibi oynaş tutar, delirtir, her bir daim, her bir daim canlarını çektirip kendi üstlerinde, kan getire getire öldürürler.
O iki azgın cin atası kızı, bütün doymazlıklarıyla mayıstan taa ekim ayı sonuna kadar Ege' de kalırlar, nerede bir süngerci kayığı görseler; nerde bir süngerci tayfası sezinleseler, hemen orada karargah kurarlar. Pusuda beklerler.
Süngerci iner: Şıpır şıpır, yukardan aşağıya suları bir bıçak gibi yarar. Balıklar çaşıtlar, haberler. Gözlerini dört açmış iki tanrıça kız, memelerini dimdik tutarlar, sulara üflerler. Solukları güneş çarkı gibi suları renklendirir; bir türkü olur, süngercinin kulağına erişir. Ellerindeki bilinmez çalgılara uzun, dal parmaklarıyla dokunurlar, tatlı, baygınsı bir ses verdirirler.
Süngerci, süngeri gırtlaklar, koparmaya çalışırken iki tanrıça kız, çevresinde biterler. Süngerci milleti o kızlara benzer kızları ömrü billah düşünde bile görmemiştir: Öyle akçıl, sedef gibi. Memeleri öyle tomur, yediveren tomuru gibi. Karınları yusyuvarlacık, çukuru yanaklardaki gamze çukuru gibi. Boy mu? Onlarda. Bos mu? Onlarda. Bir kadın fidan olurlar, dikilirler. Kollarını uzatıp, ( Gel!.. Hadi, gel bana! Göğsüme gel, koynuma gel!..) diye çağırırlar. Tatlı, sevgen, aşklı bir sesle çağrı ederler.
Süngerci, süngeri bırakıp, ipi koparıp gider mi? Gider. Kanar gider. Denizin azgın çağrısına uyar, gider. Gitti mi de vay haline onun, vay!
Devam edecek.