...Ve Tanrı dünyayı altı günde yarattı ve altıncı günden sonra gelen o yedinci günde dinlenmeye durdu.
Ve elleri dünyamızın çamurlarından vıcık vıcıktı, arınıp yuğmak için su arandı ve ellerini koskocaman açıp gökyüzünden dünyaya uzattı: ( su olsun!) dedi, su oldu ve Tanrı kocaman ellerinin dünya çamurlarını Ege Denizi'nde yıkadı ve uçsuz bucaksız su denizi tuza kesti ve yüzünde binlerce adacık oldu. Ve adacıkların üstünde yeşil otlar bitti, ağaçlar fışkırdı, toprağın karnı gebelendi.
,
Ve suların altında yeniden hayat oldu, başka sulardan kollar geldi, Ege Denizi' ni başka denizlerle bitiştirdi ve kendi içlerindeki deniz hayvanlarını bu yeni sulara taşıdı. Ve Tanrı'nın gözlerinden ırak, eski suların hayvanları bu yeni sularda karargah kurdular; kayalarda, kovuklarda yuvalandılar: Bölündüler, birleştiler ve çoğaldılar. Ege' nin tuzunda gözleri yanıp kavrulan kayabalıkları, alabalıklar, benekli alabalıklar,sazanlar, turnalar, mersinler, kılıçkuyruklar, benekli alacalar, mavi guramiler, daniyolar, sakallı balıklar, rasborlar, neonlar, tetralar, melekler, süpürgeler denizi bıraktılar; akarsulara, derelere, ırmaklara, nehirlere vurdular.
Ve toprağın yüzüne gökyüzünden yağmurlar yağdı, bodur, köse ağaçları canlandırıp büyüttü ve kalın derili yapraklarının gölgesi altında zeytinler yemyeşil bitti ve her cinsten, her boydan kuşlar zeytin ağaçlarına konup o yemyeşilliğe gaga vurdular ve zeytinler acıydı.
Sonra dağlarda yemişler oldu: kara yaban mersini, kırmızı yabanmersini, koca yemişler, ahudutları, ayıüzümleri, çakalerikleri, fındıklar, sarı çiçekli kızılcıklar, alaman muşmulaları, ağaçmemeleri ve adi ardıçlar dağlardan ormanlara yürüdüler, hepsi de yaban kaldılar.
Ve günlerden bir gün ağaçlar birbirlerine kavuştular ve ormanlar oldu ve nereden geldikleri, nasıl geldikleri bilinmez yedi uyuklayanlar, kaya sansarları, gelincikler, keme yılanları, sincaplar, porsuklar, kokarcalar, soreksler, sansarlar, dağ sıçanları, tilkiler, kurtlar, çakallar, sırtlanlar, hörgüçlü develer, benekli dağ kaplanları, parslar, çatal boynuzlu geyikler, kömür gözlü ceylanlar, karacalar, baştankaralar, kirpiler, ağır kaplumbağalar, su kurbağaları, tavşanlar, boz ayılar, domuzun her boyu ormanları ev tuttular, barınak yaptılar.
Ve ormanlara başka ormanlardan göçmen kuşlar geldi: Boynu hilalli kazlar, ak leylekler, yeşilbaş yaban ördekleri, koca kazlar, ak karınlı sağanlar, kır kırlangıçları, sığırcıklar, turnalar, kül renkli balıkçıllar, nar bülbülleri, çalıkuşları, sutavukları, yağmurkuşları, kara başlı yalıbülbülleri, büyük kervan çullukları, bıldırcınlar geldiler. Orman ormanlığını bilip öğrendi ve orman, orman oldu. Denizin sularında tuza dayanıklı, tuzu sever yenile balıklar türediler: Sardalyeler, hamsiler, mersinler, çekiçler, torpiler, yılanbalıkları, somlar, barlamlar, sinağritler, turnalar, kirpiler, diller, mezgitler, denizatları, barbunyalar, gümüşler, tonlar, kılçlar, yayınlar, testereler, kedibalıkları, mercanlar, ringalar, izmaritler, kolyoslar, köpekbalıkları, koca kaşalotlar, vatozlar, kızıl orkinozlar, kalkanlar, uskumrular, larvalar, platikalar, öksüzler, deniziğneleri, fahakalar oldu.
Ve Ege'ye adamoğlu geldi; iki ayak üstünde duran, sürünmeden yürüyen, oradan oraya giden, her şeye, her canlıya ilgi duyan, durmadan yiyen, ısıran, çiğneyen, konuşan düşünen, aç obur adamoğlu ve adamoğulları geldiler. Ama daha ateşi ve şavkı bilmiyorlardı, çiğ yiyorlardı ve bu yüzden öldürmeyi ve kan akıtmayı bilmiyorlardı. Dünyanın öbür yakalarında neler olup bittiği bilinmezken, Ege' de barış vardı ve egemendi. Ağaçlar, otlar, sularda yaşayanlar, sürüngenler ve uçan kuşlar birbirlerinden hoşnuttular ve aralarında kavga yoktu. Adamoğulları önceleri bitkilere ve ağaçların yemişlerine dadandılar ve uçan kuşlara, sürüngerlerle ve yırtıcı hayvanlarla kavgaya tutuştular.
Ve şeytanın cin tayfası başına sardığı, bakmalara kıyılmaz babayiğit ademoğlu, melekler kabilesinin oturduğu dağa yolunu düşürdü ve onları bir ateşin etrafında oturmuş, ısınır ve aydınlanırken buldu. Kötü cin tayfası ürkmüş, korkmuş adamoğlunun korkusunu yüreğinden sildi ve aklını çeldi ve adamoğlu, cin tayfasının fikrine uyup melekler kabilesinin uykuya vardığı bir sırada ateşe sokuldu ve kıyısından bir yanar aldı. Cin tayfası adamoğlunun kollarına girdiler ve göz açıp kapayıncaya kadar adamoğlunu öbür adamoğullarının yanına getirdiler, bıraktılar.
Ve adamoğulları bu yeni şeye önce korkuyla baktılar ve pek sokulmadılar. Babayiğit adamoğlu öbür adamoğullarını alıştırdı, ateşten korkmamalarını söyledi ve ateşin yararlarını anlattı. Ama adamoğulları nice diller döktü, ateşin geceleri şavk verdiğinden, gündüzleri soğuklarda ısıtıp insanın derisini gönendirdiğinden söz etti ve yine de adamoğullarını ateşe yaklaştıramadı.
Adamoğlu baktı iş olacak gibilerinden değil,,yakınlarından başladı ve önce öz karısını, öz kızını, öz oğlunu, öz kardeşini, öz yeğenini ve öz yengesini ve öz yengesinin kocasını ve kardeşini inandırıp ateşe yaklaştırdı, öğretti.
Ve ateşe inanmayanlar ateşi bilmeyenler ateşten korkan bir yaşlı adamoğlunun çevresinde
toplandılar ve ateşi öğrenmişlerin karşısına oturdular.
Ve ateşi bilenleri kötü cin tayfasının tutsağı sayıp onları kendilerinden uzak tuttular, kendileri de onlardan uzak kaldılar.
Ve ademoğullarının ateşin güzelliğini, yüceliğini, yararını öğrenmeleri için sayısız yüzyıllar, yüz bin yıllar geçti.