Türkiye nasıl cahil bırakıldı ?
Yiğiti öldür ama hakkınıda ver ! misali, Demokrat Partili bir aileden olmam, yanlışa evet demem anlamına gelmez. Toplamda ağırlıklı kısmı Pasifikte - 72 MİLYON kişinin öldüğü II. Dünya Harbi sonunda yeniden inşa edilecek Avrupanın en büyük sorunu sadece gerekli para değildi.
II Dünya savaşının resmen bitiminden birkaçgün önce Almanyaya savaş açan Türkiye, Avrupayı yeniden yapılandırma Marshall Planı doğrultusunda, ABD Boyunduruğuna girmişti. Planın bir parçası çocukluğumuzda okullarda bize verilen YARDIM listesinde, Süt tozu, peynir, balıkyağı gibi ücretsiz ürünlerin daha sonra Eğitimde BEDELİ ÇOK BÜYÜK OLDU.. .
Avrupa'nın Sosyalist fikirlere sürüklenmesi ve hatta bunu kabullenmesi Amerika için gelecekteki en büyük potansiyel tehdit olarak algılandı. Bu yüzden de bütün Avrupa ile beraber Ortaklaşa bir dış politika belirlenmesi gerekiyordu. İşte meşhur Truman doktrini Bunun ilk adımıyla Hint Okyanusu, Türkiye üzerinden Boğazlar ve Yunanistan üzerinden de Doğu Akdeniz. Bu üç istikamette İngiltere için hayati önemdeydi.
Fakat hepsinden de önemlisi Sovyetleri durdurabilmek imkansız hale gelmişti. Bu yüzden de Britanya 1947 şubatında Amerikan hükümetine biri Türkiye diğeri de Yunanistan hakkında olmak üzere iki memorandum verdi. Olası durumlarda bu ülkelerin İngiliz ve Amerikan çıkarını koruması Ayrıca Sovyet tehdidine karşı mutlak destek sağlaması karşılığında, zaten Sovyetler kuvvet kazandığı takdirde ilk önce Yunanistan ve Türkiye düşeceğinden, Başkan Truman yüklü miktarda bir destek vermeyi uygun gördü. Böylece 1947 Mayıs ayında Yunanistan'a 300 milyon Türkiye'ye de 100 milyon dolarlık bir askeri yardım yapıldı. Bu sayede önemli bir takım dostluk ilişkileri de kurulmuş oldu fakat doktrin yalnızca askeri yardım yapmaktan ibaretti ve buna mukabil Avrupa gerçekten de kötü vaziyetteydi, halkın silahtan ziyade gıdaya ihtiyacı vardı.
Savaş Fransa ve İtalya'yı fakirleştirirken halk komünist propagandaya daha kolay tav olur hale gelmişti. Rusya da bunun farkındaydı birçok Ajan gönderiyor onları ideolojiyi yaymakla görevlendiriyor halkı komünizme çekmeye çalışıyordu ve başarılı da oluyordu Hatta bazı Avrupa ülkelerinde komünist partiler bile kurulmaya başlanmıştı. İşte Bunu gören Komünizmin Avrupa'da kuvvet kazanmasını önleyebilmek amacıyla varını yoğunu ortaya koymaya başladı öyle ki Avrupa'ya yaptığı yardım 1947 de 15 milyar dolara ulaşmış ABD Dışişleri Bakanı George Marshall planı devreye girmişti. Marshall Haziran ayında Harvard Üniversitesi'nde yaptığı konuşmasında 2. Dünya Savaşı sırasında zarar gören ülkelerin yeniden kalkınabilir programı önermişti, hazırlanan European Recovery - Avrupa onarım programı isteyen her Avrupa ülkesine Amerikan mali yardımı yapmayı ve özellikle de makine ve malzeme göndermeyi kabul ediyordu.
Böylece hem savaş mağduru ülkeler yeniden toparlanma imkanı bulacaklardır hem de muhtaç sayısı azalacağından Komünizmin yayılması zorlaşacaktı. Bu elbette yalnızca Amerikan yardımıyla olmayacak bütün ülkeler birbirine yardımcı olacak, Tabiri caizse bütün düşmanlıklar ve ayrışmalar bir kenara bırakılacak ve Bir Dünya Savaşı daha görmemek amacıyla Sovyetler karşısında tek vücut olunacaktı. Görüşmeler yapıldı aradan aylar geçti ve Türkiye'nin de içinde olduğu 16 Avrupa ülkesi hazırladıkları Avrupa Ekonomik kalkınma programını 22 Eylül'de Amerika'ya sundular. Bunun üzerine 3 Nisan 1948 de ABD dış yardım kanunu adında bir kanun çıkartıp yardım sunmayı kabul etti.
Bu kanun çerçevesinde 16 Nisan'da Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü kuruldu ve daha bir yıl bile geçmeden 16 ülkeye Toplamda 6 milyar dolarlık bir ekonomik yardım yapıldı yapılan yardımlar 1952 gelindiğinde 12 milyar dolara kadar çıkacaktı. Türkiye bu süreçte önce 225 milyon dolar sonra da 125 milyon dolar alacak ve Marshall Yardımları sayesinde 3 yıllık bir süre içerisinde Avrupa'daki sanayi üretimi Savaş öncesine kıyasta % 25 tarımsal üretim is % 144 artış gösterecekti. fakat Türkiye bunca yardım karşılığında Özellikle de söz konusu eğitim olduğunda bırakın iyiye gitmeyi Günden güne kan kaybetmeye başlayacaktı çoktan eğitim Bakanlığından alınmıştı. Müfredatını Amerika'nın emriyle güncellenmeye başlamamıştı ama yetmeyecek ve CHP'nin son zamanlarında imzalanacak olan Fullbright gibi bir takım anlaşmaların dayatmasıyla Türkiye'de aydınlanma adeta durdurulacaktı.
Dışarıdan bakınca Fullbright Türkiye için avantajlı gibi görünüyordu Zira Türk öğrencilere yurt dışında burslu bir şekilde okuma imkanı tanıyordu. Lakin içeriden bakıldığında Türkiye'de Atatürk'ün hayal ettiği eğitim sistemi çökertiyor vatandaş yalnızca ekonomik açıdan değil eğitim bakımından da dışa bağımlı hale geliyordu. Türkiye'de eğitim kötüye giderken yurt dışına giden öğrenciler oradaki dolgun maaşlarla ve iş imkanlarıyla karşılaştığında, ülkeye dönmeyi reddediyorlardı. Sadece bu da değildi bizzat Atatürk'ün yazdığı veya yazdırılması yardımcı olduğu kitaplar eğitim sisteminden kaldırılıyor sansürleniyor oldu. Hükümet birkaç yıllığına vatandaşın boğazından birkaç lokma girebilsin diye ve gelecekteki muhtemel savaşlarda safımız kuvvetli olsun diye adeta entelektüel zümreyi feda ediyordu ve bu esnada imam hatipler veya ilahiyat fakülteleri açılması konusunda epey hevesli davranıyordu.
Bununla beraber neden yaptığına dair birçok şibi olsa da İsmet Paşa 48 yılında Atatürk'ün 1935'te kapattırdığı Mason localarını da tekrardan yasağa kaldırmak suretiyle serbest bıraktı. Atatürk zamanından başlamak suretiyle I Dünya Savaşı'nda Hitler baskısı yüzünden Türkiye'ye sığınan önemli akademisyenler artık Türkiye'yi terk etmeye başlamışlardı. Bu eğitim reformundaki hatalar Birkaç yıl sonra cumhuriyetin gördüğü en büyük başarılardan birisi olan köy enstitülerinin kapatılmasına kadar varacaktı ve bunun sonucunda gelecek 70 yılda Günden güne Cahillik başlayacaktı. 1935'te gelindiğinde onca eğitim reformuna rağmen halkın % 80'i halen daha köylerde yaşıyordu ve bunların da % 80 kadarı okuma yazma bilmiyordu.
Eğitim alanında köklü bir reforma düzgün bir Müfredata ve gerçekten hem modern hem de kalıcı bir sisteme ihtiyaç vardı. Türkiye'nin bulduğu sistem Köy Enstitüleri idi. Madem ki vatandaş hem okumaya sıcak bakmıyor hem de istese bile köyünden çıkamıyor, o halde hizmet vatandaşın ayağına gelmeli ve önce zihniyeti değişmeliyiz denince, 600 yıllık bir kız çocuğu okumaz Fikri vardı değişim en ince ayrıntısına kadar planlanmalıydı, hataya yer yoktu. Nihayet uzun hesap kitaplardan sonra 17 Nisan 1940'ta 3803 sayılı kanunla Köy Enstitüleri resmen açıldı. Özellikle köy deniyordu Çünkü kırklarda Türkiye'deki köyler eğitim seviyesi kadar kötü durumdaydı. Amerikalı Ekonomist Max Weston thunberg'in liderliğinde hazırlanmış olan ve muhtelif Türk köylerinde yürütülen 1949 tarihli ekonomik bir değerlendirme adıyla yayınlanmış olan çalışma Türkiye'deki kırsal alanların o dönemlerdeki sosyoekonomik şartlarını açık bir şekilde aktarmıştı.
Çalışmada şöyle yazıyordu: Şehir içindeki hiçbir tezat şehirlerle taşra arasındakiler kadar bariz değildir. Türklerin beşte dördü köylerde yaşar ve ziraatle meşgul olur. 40.000 köy 1000 yıldan beri hemen hemen hiç değişmemiştir, bu köylerde insan hala milattan önce 3000 senesinde Sümer halkının çizdiği resimlerde olduğu gibi parmaklık tekerlekli kağnıyı ve kadim kar sabanı görür işe yarar köy yolları olmadığı ve yol adı verilenlerin de çoğu düpedüz birer Patika oldukları için köylüleri veya mahsulleri taşımak hususunda öküz arabası veya merkepten başka pek bir şey iş görmezdi. İşte Köy Enstitüleri bu düzeni değiştirmek için kilit noktaydı. Zira seçilen öğretmenler sadece ders vermekle görevli memurlar değildi ve bu kanunda da yazıyordu.
4274 sayılı kanunda öğretmenlerin görevleri şöyle belirtilmişti: Köy halkının Çağdaş Yaşam koşullarına göre yetişmesini sağlamak, onların mutlu ve huzurlu günlerinde yanlarında olmak, köyün ekonomik hayatını geliştirmek, çevre şartlarına göre Avcı - Binici - kayakçı yetiştirmek, ve dahası köy enstitülerinde iş eğitimi ön plandaydı - bu iş eğitimi derslerin içerisinde kendini gösterdiği kadar , köylerde köylüye rehberlik yapılacak konularda bir beceriler kazandırılması planı, Kısacası öğretmenler Tıpkı köyün lideriyimiş gibi bütün halkı eğitmekle ve cumhuriyetle beraber laikliğin önemini anlatmakla görevliydi. Hem tarımla hem inşaatla hem sanatla hem müzikle hem dansla hem edebiyatla hem tiyatroyla dünya Klasiği kitaplarla her şeyle halkı eğitmekle mükelleftiler, okuma yazmadan bir haber olan insanımızı kitap okumayı alıştırmak onlara haram denilen müziği sanatı resmi sevdirmek gerçek anlamda muasır – kalkınmış medeniyetler seviyesine çıkartmak hedefteydi.
Bir enstitüde yaklaşık 4.000 civarında kitaplı bir Kütüphanesi vardı. Çoğunluğu Hasan Ali Yücel tarafından Türkçeleştirilmiş Rus ve Fransız klasikleri biz bunları okunuyordu. Sınıf düzeylerine göre edebiyat öğretmenleri, sınıf öğretmenleri kitap tavsiye ediyorlardı, bunları okuyun - Hatta özetlerini istiyorlardı. Talebeler yaz dönemlerinde bilhassa işe dönük iş eğitimi ile ilgili olduğu için, Ekim biçmeye gidiyor, ağaçları çapalama, terzihanede birer cüz kesesi dikilir, o gün okunacak kitap içine konur, omuza takılır, iş yerine öyle gidilirdi. Paydos bir dinlence verdikleri zaman kitaplarıı alır orada okur, 20 yıl öncesine kadar padişaha kul köle olan teba – milleti, gerçek anlamda vatandaş ve birey yapmakla görevlendirilmişlerdi.
Çünkü Atatürk'e göre memleketin en ücra köşesi dahi en Medeni köşesiyle aynı olmalıydı doğu batı arasında bir fark kalmamalıydı bütün ülkede bütün vatandaşlar aynı imkanlara sahip olmalı ve aynı hizmeti almalıydı bu uğurda önce 1935'te toprak reformu kanunuyla ağlardan ve feodal reisler alınan Toprak halka dağıtılmıştı, ardından Güneydoğu Anadolu projesi ile doğunun kalkınması için bir seferberlik başlatılmıştı. Yüzme havuzları, spor salonları, hastaneler, okullar, Köprüler, kanallar, fabrikalar, sinemalar ve hatta Opera ve sanat binaları yapılması planlanmıştı. Atatürk neden doğuya yapılan yardımlar batıya yapılandan daha fazla ? diye sorulduğunda, manevi kızı Sabiha Gökçen'e şu cevabı vermişti: Gökçen geçtiğimiz yerlerde Fabrikalar görmek istiyorum ekilmiş tarlalar düzgün Yollar elektrikle donan kö küçük fakat canlı tertemiz sağlıklı insanların yaşayabileceği evler büyük yemyeşil ormanlar görmek istiyorum İstanbul'da ne medeniyet varsa Ankara'ya da ne medeniyet götürmeye çalışıyorsak İzmir'i nasıl maur kılıyorsa işte yurdumuzun her tarafını aynı medeniyete kavuşturalım istiyorum ve bunu çok ama çok yapmak istiyorum demişti.
Hatta bütün ülkeyi tümden daha da yükseltmek ve muasır medeniyetlere örnek teşkil edecek bir seviyeye çıkartabilmek amacıyla dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel Atatürk'ün en büyük Hayallerinden birini gerçekleştirebilmek amacıyla Köy Enstitülerini açmıştı. Fakat bu proje sadece 14 yıl ayakta kalabildi, zira Demokrat Parti eskiye dönmeye dünden razı olan yenilik karşıtı bir güruhun da desteğiyle önce enstitülerde karma öğretime son verdi kızların ayrı okullarda okuması gerektiğini söyledi. Bu haremlik selamlık sistemine geçtikten sonraysa sözde kızlar için tahsis edilmiş olan binaları NATO'ya verdi. Böylece kız öğrencilerin yolu adeta tıkandı. Kanunen okumalarında bir sakınca yoktu ama yaşam şartları bunları engelliyordu. Çünkü kızlar başka köylere başka okullara başka yerlere gitmek zorunda kalıyorlardı ve seçilmiş olan binalar da öyle herkesin gelebileceği herkesin ulaşabileceği konumda değillerdi.
En Merkezi olanlar da zaten kısa süre içerisinde okul olmaktan çıkarıldı, hatta bu binalardan biri Eskiden Menderes'in de okuduğu Buca'daki Amerikan kolejiyle satın almıştı ve Kızılçullu Köy enstitüsü adıyla vatandaşın hizmetine sunmuştu. Fakat Menderes kendisinin de mezun olduğu bu binayı Köy Enstitüsü olmaktan çıkartmış ve yeniden Amerikanlar satmıştı. Menderes Enstitüleri kapattırma görevini Tevfik ileriye vermişti Tevfik Bey'i Milli Eğitim Bakanlığı'na atamış ve adeta istediği her şeyi yaptırmıştı. Komiktir ki Tevfik Bey daha birkaç yıl önce enstitülerin ne kadar önemli olduğu konusunda bas bas bağıran ve bununla iftihar eden biriydi - Hatta enstitüler kurulurken Şu sözleri bile söylemişti ‘’bu öğrencilerin her biri Yakında bir köye öğretmen gidecek bir yandan o köye çiftçiliği demirciliği doğramacılık en iyi şekilde sokacak bir yandan da köyün çocuklarına bu enstitüden aldığı bilgiyi ve ruhu aşılayacak tesadüfen görmemiş olanların katiyyen bilmelerine ve tasavvur etmelerine imkan olmayacak şekilde yepyeni bir neslin bu köy enstitülerinde yaratılmakta olduğunu zevk alarak Gurur duyarak gördük dileğimiz Türkiye için çok faydalı olan bu enstitü davasının muvaffak olmasıdır‘’ demesine rağmen aynı kişi daha sonra 20 küsur enstitüye kapatacak ve Türk eğitimine en büyük darbeyi vuracaktı.
Daha sonra bu darbenin üstünü örtmek amacıyla hemen ardından öğretmen okulları ve Köy Enstitüleri programı adıyla ismen sistemi korumaya devam edecekti ama binaların rengi kılık kıyafet seçilen öğretmenler, müdürler - müfredat ve hemen her şey öyle bir değiştirilecek ki 1955'te Hindistan'dan Türkiye'ye ziyarete gelen okul müdürleri rezaleti Hemen fark edecekti ve şöyle diyeceklerdi ‘’öğretmen okulların hangi safhalardan Sonra bu hale geldi. Hasanoğlan Öğretmen Okulu akademik öğretim yapan diğer okullardan farksız programında Ziraat Pratik sanat ve genel bilgi konularını ihtiva eden faaliyetler istendiği halde hiçbiri öğretilmiyor, Halbuki enstitüler Demokrat Parti öncesi dönemde bugün Unesco'nun bile Gelişmekte olan ülkeleri bir Kalkınma Projesi olarak önerdiği ve son derece Özgün olduğunu itiraf ettiği bir yapıda dalardı sonraki kuşaklar bu okullar için öğrenci değil de yazar yetiştiren eğitim yuvaları’’ diyecekti.
Aslında geleceğin edebiyatçıları profesörleri siyasetçileri ve Dahası bu okullarda yetişmişti fakat Demokrat Parti böyle bir şey söz konusu olmadığı halde bu okulların komünist yuvası olduğunu iddia etti !. Komünizmin hala ne olduğunu doğru dürüst bilen yok, köy çocuklarına bu damgayı vurmak kadar abes hiçbir şey yoktu. Hiç kimse köy enstitülerinde okurken hiçbir şekilde böyle bir telkinle karşılaşmadı, yetmedi enstitülerin anti milliyetçi olduğu söylendi !. Halbuki tam tersi Asıl bu okulları kapattıran o zihniyetteydi. Zira ümmetçiler ve milletten ziyade dini esas almaya bakıyordu Ayrıca Demokrat Parti 22 Ocak 1953'te Türkiye milliyetçiler Derneği'ni kapattırmayın tarafı, milliyetçi olmamakla itham edebilecek bir durumda değildi ve bununla beraber Demokrat Parti'ye oy verenlerden aşırı sağcı ve dinci olan sık sık kız çocuğu okumaz sloganları atıyorlardı. Hatta birkaç defa şeriatçılar Enstitüleri bazı kitapları sakıncalı bulup yakmaya çalışmışlardı ve aynı zihniyet 40 yıl sonra benzer bahanelerle bu sefer sadece kitapları değil insanları da yakacaktı ün özü Demokrat partiyi Böylece hem Amerika'dan gelen yardımlar karşılığında hem de sağ taraftan gelen oyu muhafaza edebilmek amacıyla Türkiye'nin bütün dünyaya örnek teşkil edecek kadar önemli bir reformunun sonunu getirmiş oldu.
Enstitülerin kapatılması konusunda Ahmet Özgür Türe kitabında ‘’Köy enstitülerin kapatılması konusunda şöyle anlamlı ve üzerine düşünmek gereken şeyler söylüyor köy enstitülerine gayri milli ve fuhuşyuvası diyen zihniyet yıllar sonra andımızı kaldıracak milletin adına Türk demekten imtina edecek ve yine bu milletin çocuk larını tarikat yurtlarında istismarın kollarına atacaktı. Şimdi soralım araştıran ve sorgulayan bireyler yetiştirdiği için ağaların ve din tüccarlarının korkulu rüyası olan Köy Enstitüleri kapatılmasaydı acaba ilkokul mezunu bir meczubu Mehdi zannedenlerin darbe yaptığı bir ülke olur muyduk ? Herkesin bir müzik aleti çaldığı resim Tiyatro ve heykel dersleri aldığı bu Okullar kapatılmasaydı bugün resimleri yırtar, heykelleri yıkar kadınlarımızı tiyatro sahnelerinden Men eder miydik ?, yıllar sonra bile İsrail'in modelini bizden alıp uyguladığı Köy Enstitüleri kapatılmasaydı çocuklarımız her sene Sil Baştan inşa edilen yapboz eğitim sistemlerine ve adaletsiz sınavlara maruz kalır mıydı ?.
Arıcılık marangozluk Demircilik ve tarım derslerinin verildiği bu okullar kapatılmasaydı dışarıdan saman ithal eder miydik ? veya köyden kente göç olur muydu kadın ve erkeğin birlikte yaşama iklimi içerisinde eğitim gördüğü köy Okulları kapatılmasaydı, kadına şiddetin bu kadar fazla olduğu bir toplum olur muyduk ? ağların altında ezilen köylüyü aydınlatan ve onlara önderlik eden öğretmenleri yetiştiren köy okulları kapanmasaydı 40 yıldır terörden zarar gören ve uluslararası güçlerin oyun alanı olan bir ülke olur muyduk ?