19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı.
Bandırma Vapuru ile 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkıp, Osmanlı İmparatorluğunun işgaline karşılık olarak Kurtuluş Savaşı’nın başlatan ulu önder Atatürk, o günü: 24 Mayıs 1935’te, geleceğimiz Türk gençliğine armağan etti. Daha sonra 20 Haziran 1938 tarihli kanunla “Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kutlanmaya başlanan ulusal bayramımızın adı, 12 Eylül 1980 Darbesi’nden sonra “Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı” olarak değiştirilmiştir.
Millî Mücadele sıralarında Türk milletini ileri taşıyacak, eskimiş fikirlere karşı gelecek olanların genç fikirler olduğunu görmüş ve “Genç fikirli demek, doğruyu gören ve anlayan gerçek fikirli demektir” diyen Atatürk için ülke geleceği “gençlik” kavramı, çok ayrı bir önem taşımaktadır.
16-19 Mayıs 1919 arasında gerçekleştirdiği İstanbul-Samsun yolculuğu, aslında 1. Dünya Savaşı sonrasında kötüleşen koşullar içinde, kurtuluş çareleri arayan, ulu önder Atatürk Nutuk’u 19 Mayıs 1919 da Stratejik bakımdan büyük öneme sahip, Karadeniz’den Orta Anadolu’ya açılan en rahat ve güvenilir kapı, Samsun’dan başlatmasından anlaşılmaktadır.
9 Mart 1919 de küçük İngiliz birliğinin yerleşmesine tepki olarak, Makinalı Tüfek birliğinden Hamdi teğmenin askerlerini alarak dağa çıkması ile dikkatleri bu bölgeye çekilmişti. İngiliz Yüksek Komiserliği ‘’Türk halkının silâhlandı’’ şikâyetleri üzerine, bölgeye belki bir şey yapar korkusu ile Başkentten uzaklaştırılması amaçlanarak, Mustafa Kemal’in gönderilmesine karar verildi.
Mustafa Kemal, uzun süre ülkenin içinde bulunduğu umutsuz duruma üzülüyor ve bir şeyler yapmak için Anadolu’ya geçmek istiyordu. Aslında bu onun için bulunmaz bir fırsattı. Rivayete göre İstanbul -Samsun yolculuğu öncesinde Padişah Vahdettin “Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin !, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden daha önemli olabilir’’ deyince, Atatürk ‘acaba yaptıklarından pişmanmı, aldatıldığını mı anlamıştı ?’ diye düşünerek “bana güveninize teşekkür ederim’’ diye karşılık vermişti. Oysa daha sonra hakkında ‘’ölüm fermanı’’ çıkartan Padişah ilerde sorun olabilecek büyük şöhret, Çanakkale komutanı Atatürk’ü ‘’sorun olabilir’’ diye taşrada dağa çıkan birkaç asker için, işgal edilmiş başkentten uzaklaştırmak istiyordu.
Gemi kaptanı İsmail Hakkı Durusu ve 18 kişiyle, 16 Mayıs 1919 Cuma günü öğleden sonra, İstanbul Galata rıhtımından ayrılan eski küçük “Bandırma” vapuru ile sırasıyla: 17 Mayıs 1919 Cumartesi 21.40 de İnebolu ve 18 Mayıs 1919 Pazartesi gece yarısı Samsun’da sona eren yolculuğunda, giyimi görevli bir subay olarak, ülke geleceği hakkında planlama yaparak geçirdiği uykusuz geceler sona ermemişti. Kendisine ‘asi birkaç Türk askeri derhal silahsızlandırılmalı’ denilenin aksine, Samsun’da gördüğü: İngiliz işgal kuvvetleri yanında sokaklarda Türklere terör estiren atan Rum Pontusçular kol geziyor, halk kendisini koruyamayacak durumdaydı. Çaresizlik içindeki ülkede hala ‘’padişahım çok yaşa diyenlerin tek çıkış yolu olarak savundukları, manda ve himayecilik formüllerini’’ Atatürk asla kabul edilmez buluyordu.
Medeni kalkınmış toplum olabilme adına TAM BAĞIMSIZLIK VE ÇAĞDAŞLAŞMA formülünü sonuna kadar savunan Atatürk özellikle ‘Manda’ sorununu 4 Eylül 1919 Sivas Kongresi’nde yoğun bir şekilde tartışmaya açmış ve “Tam istiklal mi, yoksa manda mı ? manda bağımsızlığı bozmaz, şu halde ikisi aynı şeylerdir” görüşleri savunulurken, Atatürk tam bağımsızlık konusunda en küçük ödüne bile yanaşmamış ve temel amacın “milletin, devletin istiklalini Bağımsız olarak milli hudutlar dâhilindeki bütünlüğünü korumaktır” görüşünü, bazen en yakın silah arkadaşlarını karşısına alarak, sonuna kadar savundu.
Atatürk vazgeçilmez ilke edindiği ‘özgürlük ve bağımsızlığı’ Kurtuluş Savaşı’na en büyük gücü kazandırdığı inancıyla, mücadelesini sürdürmüş, güçlü işgalci ordularını yenmek için ‘tarihine yakışır şekilde Türk ulusunun bulduğu kuvvet ve kudretin, davamızın meşru olmasından kaynaklandığını, milli sınırları içinde özgür ve bağımsız olmaktan başka bir şey istemediğini’ belirtmesi ve bu görüşleri: Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sivas Kongreleri kararlarıyla ‘’ulusal hedefler’’ haline getirildi.
Öncelikli olarak: Amasya Genelgesi’nin başlıca amacı, dağınık haldeki milli kuruluşları ortak bir amaç etrafında toplamak; Milli mücadeleyi kişisel bir hareketten çıkararak millete mal etmek, Millet egemenliğine dayanan bir Türk devleti kurmak ve Millete memleketin içinde bulunduğu durumu açıklayarak Sivas’ta milli bir Kongre’nin toplanmasını sağlamak şeklinde özetlenebilir.
Genelgelerde dikkat çeken ‘’en önemli’’ nitelikleri ise, Türk halkının ihtilal safhası başlamış olması, ilk defa konuştuğu dil TÜRKÇE altında milli devlet, milli irade, milli egemenlik kavramlarından söz edilmesi, Türk milletine, milli egemenliği eline alması için bir çağrı özelliği taşıması, Kurtuluş Savaşı’nın ilk kez amacının ve yönteminin belirlenmiş olması ve İstanbul Hükümeti’nin galip devletlerin baskısıyla sorumluluklarını yerine getirmediğinin ilk kez ortaya konmasıdır.
Erzurum Kongresi’nin önemi ise: YENİ bir devletin kurulması düşüncesinin belirtilmesi, Doğu Anadolu bölgesinde ‘ulusal hakları savunma örgütlerini’ birleştirmesi, Sivas Kongresi’ne ışık tutması ve ana ilkeleri saptayarak yaygınlaştırması, ulusal birlik yolunda atılan kararlı bir adım olması; ulusal egemenliğimizin koşulsuz olarak gerçekleştirilmesine ilk kez burda karar verilmesidir. Manda sorunu 4 Eylül 1919 Sivas Kongresi’nde yoğun bir şekilde tartışılarak çözülürken alınan kararlarda:
* Millî sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür, birbirinden ayrılamaz ve her türlü işgal ve müdahaleye karşı, millet birlik olarak kendisini müdafaa ve mukavemet edecektir. İstanbul Hükümeti, haricî bir baskı karşısında memleketimizin herhangi bir parçasını terk mecburiyetinde kalırsa ‘’vatanın bağımsızlığını ve bütünlüğünü temin edecek her türlü tedbir ve karar alınmış Kuvâyı-Millîye’yi tek kuvvet tanımak ve millî iradeyi hâkim kılmak temel prensiptir. Manda ve himaye kabul olunamaz. Millî iradeyi temsil etmek üzere Millet Meclisi’nin derhal toplanması mecburîdir. Devletin bağımsızlık ve bütünlüğü saklı kalmak şartıyla topraklarımızı ele geçirmek isteği olmayan herhangi bir devletin ekonomik, teknik ve sınaî yardımlarını memnuniyetle karşılarız. Adaletli ve insancıl kaideleri ihtiva eden bir barışa kavuşulması da insanlığın selâmeti ve umumun huzuru adına millî emellerimizdendir. Aynı gaye ile millî vicdandan doğan cemiyetler “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında birleştirilmiştir* diye özetlendi.
*Mukaddes maksadı ve umumî teşkilâtı idare için Kongre tarafından bir Heyet-i Temsiliye seçilmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsuna çıkışı Türk Milleti için bir dönüm noktası, Millî Mücadele ve Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı diyerek “Gelecekteki emellerimi gerçekleştirmeyi üstlenen gençler !, bir gün bu memleketi sizin gibi beni anlamış bir gençliğe bırakacağımdan dolayı çok memnun ve mesudum” derken Türk gençliğine olan güvenini de anlatmıştır.
Aslında yüce Atatürk’ün “Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu kâfidir” sözleri bugün dahi geçerli hepimiz için, bir rehber olmalıdır demesi, onu anlamak, yaşadıklarını ve fikirlerini bilmekle mümkündür. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında o günün şartlarına göre yaşanan zorlukları, her zaman göz önünde tutarak, 19 Mayısları Atatürk’ün emaneti diye daima sahip çıkmalıyız.