Evliya Çelebi, Trabzon insanını “İyi giyimli, okumuş, bilgili insanlar olarak tanımlar” geçmişin tozlu yaprakları arasında, Trabzon insanının okumuş, bilgili, sanat ve kültüre önem veren kimliği, bugün nerede bu olgular diye sorgulatır oldu bizi. Sanırım Trabzon dışarıdan göç aldıktan sonra ve Trabzonlunun da göçüyle yerini başka özelliklere devretti.
Bablarımızın, amcalarımızın, annelerimizi, ninelerimizin, dedelerimizin anlattığı Trabzon, artık mazide kaldı.
Dört bin, yıldan daha fazla geçmişi olan ve çeşitli kültürleri bünyesinde barındıran, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün vasiyetinin bir kısmını Trabzon’da yazdığı, tarihle iç içe muhteşem şehir, bugün ne acıdır ki gündemde olmayı sadece Trabzonspor’la yakalayabiliyor.
Horonuyla, kemençesiyle, türküleriyle, geleneksel el sanatlarıyla, taş işçiliği, bakırcılığı, hasır bileziği, telkâri işlemeciliği, fındık, çay, balıkçılığı… ile kendisini tanıtan Trabzon ve Trabzon’un gönlü zengin insanları bugün anılmaz oldu.
Sevginin, ayrılığın, gurbetin, özlemin, kahramanlıkların dili horon ve türkülerimiz, Türk halk bilimini anlatan ve Karadeniz insanını anlatan kemençemiz bile sustu.
Trabzon şehri layık olduğu yerlere gelmelidir. Oysa Trabzon, 1800’lü yıllarda İngiltere, Amerika, Fransa, İtalya başkonsoloslukları ile büyük şehirdi. Operası, tiyatrosu, sinema salonları ile sevginin, paylaşımın kültürün şehriydi. Ticari potansiyeli olan şehir, bugün başka rüzgarlar alıyor. Hiç tanımadığımız, hiç görmediğimiz rüzgarlar.
Bizler, bugünlerde Nazım Hikmet’in dediği gibi “Uzun eğri burunlu, konuşmayı çok seven insanlar” olduk.
Oysaki nerelisin sorusuyla karşılaştığımızda ;
Trabzonluyum demek, başka şehirlerde “BİZİM ORALARIN İNSANI “samimiyetiydi.
Şehirlerin ruhu, orada yaşayan insanların, ruhunu yaşatır derler, ama o ruhu, kişinin nasıl algıladığıdır önemli olan. Trabzon’umuzun ruhunu, artık başka yanlışlıklarla incitmeyelim.
Kültürel farklılıklar, hep bizim insanımız için kâbus olmuştur. Çünkü bizi tanımak, bizi anlamak, başkaları için hep zor olmuştur.
Oğul ile uyy ile başlayan, samimi ifadeyi, bizim dışımızda kimler anlayabilir ki?
Anlamazlar, anlatamazsınız.
Trabzon’un nineleri ve dedeleri sevgiyle bakardı bize. Cebinden bir elma, bir şeker çıkarır, severlerdi bizi. Bugünlerde yaşlılar bile, çocuklara pek bir nemrut bakar oldu, sevmez oldular çocukları.
Trabzon sayfalarındaki fotoğraflara bakıyorum arada. O fotoğraflarda, yıllar içinde neler yaşayacağını bilmeyen insanların, yüzleri ve çoğunlukla objektife bakmayan gözlerini görüyorum. Kim bilir, belki de bu günleri görerek, bakmamışlardır objektife. Çoğu aramızda yok. Ama onlarla mutlaka uzun sokakta, Kemeraltı’nda, Maraş Caddesi’nde ya da Tabakhane’de rast gelmişizdir. Hani bazen, bir yerden tanıyorum, ama nereden, deriz ya, işte o misal.
Ben sadece düşüncelerimi yazdım. Ben Trabzonluyum. Tıpkı o küçücük çocuğun dediği gibi “He Trabzonluyum ne olacak.”
Ya da dolmuşta annesine “Hem vuriysin, hem de ağlama diysin da” diyen çocuk gibisin Trabzon, bugünlerde hem seni tanımadığım için vuriysın hem de ağlama diysın.
Neden mi bunları yazdım?
Trabzon’da doğmuş, büyümüş herkesin, Trabzon’a bir şeyler borçlu olduğunu düşünüyorum. Sokaklarına, insanına, bakkalına, tozuna, toprağına, taşına, havasına, suyuna… Neden Trabzon her seferinde bana daha da uzak oluyorsun? Artık yaşayamadığım ve yaşamadığım şehrime, bu hislerimi anlatmak benim için bir borçtu. En önemlisi de Trabzon, sende o kadar çok anım var ki, onlar benim, hep rehberim ve yol gösterenim oldu.
O yüzden sana borçluyum TRabzon.