Mutlu bir hayat olanaksızdır; insanın başarabileceği en iyi şey kahramanca bir hayattır…
Arthur Schopenhauer
Kendinize sorduğunuz “yaşamımda kendim olarak yeterince var mıyım, gönlümün istediği gibi yaşayabiliyor muyum hayatı?” sorusuna hiç düşünmeden bağırarak “evet evet evet” diye yanıt verebiliyorsanız eğer, dünyaya boşuna gelmemişsinizdir ve öldükten sonraki sanal hayatınıza da cennette devam edeceksiniz demektir bu…
Bir de yaşamınızın sonundan yaşadıklarınıza dönüp bakma şansınız olacaksa eğer; “keşke yapmasaydım”dan ne kadar çok “iyi ki yapmıştım” diyebilecekseniz kendinize eğer, o kadar çok yaşamış olacaksınız demektir bu da…
Yalnız, bu demektirlerin hiçbiri olmayacak maalesef. Biz yanlış yetiştirilmiş bir toplumuz çünkü. Çok uzatmayacağım…
Avrupa’nın Malta ve Portekiz hariç her ülkesinde akrabalarım ve tanıdıklarım var benim. Bazı ülkelerinin de neredeyse bütün şehirlerinde. Çocuklarının çoğuyla tanışmıyor olsak da anne babalarıyla bağımız henüz kopmamıştır. Her yaz gelip çocuklarının düğünlerini Trabzon’da yapanlar da var hala…
Biz onlardan hep ballandıra ballandıra anlattıkları bir Avrupa hikayesi dinlemiştik 70lerden beri. Son 10-15 yılda içeriden biri Avrupa’yı anlatmaya başladı bizlere. Bizi çekemiyorlar kıskançlıklarından çatlıyorlar falan filan. Bu ifadeleri Avrupa’dakilerin bir kısmı da kullanmaya başladı sonradan. Çünkü her seçim Türkiye’ye gelip ona oy veriyorlardı, gelmeyenlerine de o sandık göndermeye başladı daha sonradan. Yaşadıkları ülkelerde sosyalist partilere oy veriyorlardı ama onu karıştırmayalım şimdi, çok uzar...
Biz de tatillerini Türkiye’de geçirenlere sormaya başladık sonradan. Avrupa bizi gerçekten kıskanıyor mu? diye. Hiç yorum katmadan Hollanda’da yaşayan iki kardeşin yanıtlarını yazacağım sizlere. Hacı olan ağabeye göre hasetinden çatlıyor Hollanda. Hacı ağabeyine göre ayyaş olan kardeşine göre de Hollanda s2ne takmıyor bizi. Belçika’da durum biraz farklı. Orada hacı olan küçük kardeş. Küçük kardeşe göre Belçika da hasetinden çatlıyor, ayyaş ağabeyine göre de Belçika da Hollanda gibi s2ne takmıyor bizi…
Avrupa’nın çok yerlerini gezdim ama size Avrupa’yı anlatmak için henüz yeterli veri biriktiremedim heybemde. Sadece bizim yollarımız daha yeni ve daha güzel. Onların eski ve kötü yollarında da polis yok…
Yalnız iki yıldır Avrupa’nın varoşu sayılabilecek olan bir ülkesi Romanya’da yaşıyorum dönüşümlü olarak. Marketlerinden bir şeyler alıyorum. Her sabah kahvaltı hazırlıyorum kendime. Bazen yemek yaptığım da oluyor…
Tereyağı bizim Tonya tereyağından, balı bizim Anzer balından daha güzel. Çünkü bir şeyin sahtesini yapmayı öğrenememişler henüz. Bizim zeytinimiz onların zeytininden çok daha güzel, çünkü onların coğrafyasında o kadar zeytin yetiştirilebiliyor ancak. Biz de doğadan çalmayı öğrenememişiz henüz. Yalnız aynı zeytinlerden üretilen zeytin yağlarında onlarınki bizimkine beş basar. Çünkü onlar da üretimden çalmayı öğrenememişler henüz. Bunların hepsi insana ait olan şeyler ve insanda farklılıklar da olur diyelim hadi. Ulan hemen hemen 40 yıldır her sabah 2 tane yumurta haşlarım, bir kere sağlam alamamışım onları haşlama kabından. Romanya’da da bir kere bıraktın kırılıp suya dağılmayı kabuğu bile çatlamıyor yumurtaların. O kadar işlemiş ki genlerimize hırsızlık tavuklarımız bile yumurtanın kabuğundan çalıyorlarmış da anlamıyormuşum yıllardır…
Güya seçim yazısı yazacaktık değil mi.? Başlığı da öyle atmıştık. Böyle başa böyle tarak işte. Neyin seçimini yazacaksın ki. Partisine kızıp en ciddi rakibine oy veren, onun oy verdiği yere ben oy vermem diyen insanlar vardı sandık başlarında çoğunlukla. Biraz anlayanlar da kendini beğenip onların oy verdiği sandıkta ben oy vermem diyerek sandığa gitmedi…
Yani sonuçlar biraz değişti diye toplum da değişecek diye beklemeyin boş yere. Bozuk düzende sağlam çark olmaz. Yeni gelenler de düzene uyacaktır ve öğrenecekleri ilk şey hırsızlık olacaktır. Yani değişim değil devrim gereklidir…
Sevgiyle ve dostlukla kalın…