Acaba günün birinde ‘Beni nasıl anacaklar ?’ diye merakla beklerken, çoğuna uygun olduğunu düşündüğüm lakap taktığım yürüyüşTRabzon gurubu - EDA’LI dostlar için.
Artık herbiri emekli olmuş, kimi uzun yıllardır yurt dışında yaşayan benim gibi artık Tekirdağ'a yerleşmiş ‘Uzuni’ Ömer Faruk Demirkır gibi keza başka şehirlerde yaşayan, yarım asır öncesi Trabzon Lisesi EDebiyat A bölümünden Eda'lı diye bilinen bir avuç arkadaş, her TRabzona geldiklerinde, uzun süre Bursa'da yaşadıktan sonra aslen Erzincanlı eşi ile doğduğu yer Trabzona dönüp yerleşmiş 'Kitabizade' Sabri Öztürk dahil, bazıları Trabzondan hiç ayrılmamış ve ‘yüzü hariç aslında hiç güneş görmemiş yerlerinin beyaz olduğunu ! iddia eden 'Kara' Zeki Özdemir ile her buluştuklarında illaki biribirilerine 'türkü yakan' yaşlanınca sayılar önemli diyen Onbeşli Hasan Beşli, çalıştığı İŞ Bankasından amblemi ile emekli olan ’$’ Ali Makul ve artık yaşına uygun rütbeyle anılmak isteyen 'Miralay' Osman Çavuşoğlu ve bu guruba meraklı diğerlerinin, zamanın durmuş olduğunu ispatlar dekoru ile, eski bir kitap ciltleme atölyesinde, yıllardır her öğleden sonra buluşuyorlar.
Kapalı olduğu Pazar günler hariç kimi eve dönerken uğrayan, kimileri ise şehrin uzak noktalarından gelirken atıştırmalık birşeyler getiren bu arkadaş gurubunun buluştukları 'zamanın gerçekten durduğu' mekan, Trabzonun sadece yayalara ait ünlü 'Uzun Sokak' caddesinin sonuna doğru bir çıkmaz aradaki kitap ciltleme atölyesi girişinde, gelenlerin sağlı sollu uzun park banklara - sandalyeler oturdukları bölüm ve geniş bir tezgahla çalışma kısmını ayıran atölye bölümden oluşan yüksek tavanlı bir yer.
Seyrek müşterilerin çoğunluk inançlarını daha iyi hatırladıkları Ramazan öncesi getirdikleri dini ve eski kitap - ansiklopedilerin belkide Trabzon'da, tamir edilip yeniden ciltlendiği artık tek yer olan bu eski liseli 'EDA'lı' dostların, şehir dışında değillerse ve önemli işleri olmadıkları takdirde mutlaka 'ritüel' halinde hergün ellerini göğüs üstünde kavuşturarup uçlarını kuş kanadı çırpması gibi 'kelebek' selamı vererek buluştukları 'tarikat dergahı' benzeri yerin yönetimi bir taraftan müşterilerin ciltlerini hazırlarken her konuşmayı izleyen ve arada bir misafirlerine 'kaç kişi içiyor ?' diye çay sayısını sorup, telefonla sipariş veren Piri muamma ''Derya-i ala Mehmet Akın’’ Tarafından yönetilsede, gurubun gerçek başkanı ve her toplantı sonunda detaylı rapor bekleyen eşi 'Dondurmacı Rezzan-ullahi’ efendiye (sav) hazretleri' tarafından kontrole tabiidir.
Konuşmak isteyenlerin, bazılarının gece katıldıkları pandemi ile başlayan 'kesintisiz 2.200 gündür' devam eden her gece değişik konuların işlendiği 'yürüyüşTR zoom mini Tv' gurubu canlı yayın programı alışkanlığı ile sağ elini kaldırıp, dergah başkanı Derya-i ala Piri muamma' Mehmet Akın'dan söz isteyerek söyleşiye başlayıp, çoğunluk okul - eski anıları yanında, günlük olayların dile getirildiği, hayat pahalılığı – emekli hakları, asgari ücret, yanlış yönetim gibi ‘isteyen beni bulur’ diyen - mobil telefonu olmayan 'Kara zeki' gibi çoğu alışamadıkları yeni teknolojik dünya düzeni eleştirirken, bir taraftanda her ne hikmetse çok kez denediğimiz lakin durduramadığımız zaman akıp gider.
Gelişen teknoloji sayesinde artık rahatca 'yüzyıl' yaşayabilmenin nerdeyse garantilendiği ortamda belki 80 en fazla 85 yıl daha yaşama (zaten onuda beş vakit namaza bölünce pek fazla birşey kalmıyor) gayeli EDA'lı dostluk gurubunun, sağlıklı kalabilmek için dostlarla 'Hayata tutunma' çizgisinde, geçmişe duyulan özlemden çok konuşmalarda sıklıkla dile getirilen, çocukluk günlerimizdeki içtenlik dolu komşuluk - dostluk dahil yediğimiz herşeyde aranan lezzet sıklıkla dile getirilir.
Mutlaka dünyanın 'dört' bir yanında (neden beş değil, müsait olduğunda aslen ‘illaki’ Trabzonlu yapay zekaya sormalı) benzer 'EDA'lılar gibi arkadaşlıklar vardır ve olmalıda. Bizi BİZ yapan toplumsal değerler gibi, aslında geleceğin referansı geçmiş sıklıkla anılmalı, yaşanmışlıkları anlatırken, hayatı tekrar yaşamalı ve yaşatmalı.
Günün birinde belki sahnelenebilir EDA’lılar öyküsü:
Trabzon’un sert Karadeniz rüzgarlarının sokak aralarında yankılandığı bir kasım günüydü. Uzun Sokak’ın taş döşeli yollarında, zamanın izlerini taşıyan bir mekanın kapısı yavaşça açıldı. Kapının üzerindeki tabela, eski yazıların arasına sıkışmış gibi duruyordu. İçeri giren "Kitabizade" ellerini göğsünde birleştirip kanat çırpan bir kelebek selamı verdi. O selam, yürüyüş TRabzon gurubu olarak tescil ettirdiği 4.5 yıl önce salgınla başlayan EDA’lı dostların birbirine dahada bağlılığının sembolüydü.
Zaman durmuş gibiydi. Raflarda tozlanmış eski kitaplar, cilalanmayı bekleyen deri ciltler, uzun ahşap tezgah ve sağlı sollu sıralanmış oturaklar... Her öğleden sonra, Trabzon Lisesi’nin yarım asır öncesinden kalan EDebiyat A sınıfı mezunları burada buluşuyordu. Her biri başka yerlere savrulmuş, ama yıllar sonra dostluklarının izini sürerek yeniden bu atölyede birleşmişlerdi. Onlara TRabzon sevdalısı "EDA’lılar" denirdi, ama bu isim bir lakaptan çok öte bir bağdı.
Seyyahi daimi - Kemal Ulusoy, gurubun açık deniziydi. Uzun yıllardır yabancı eşi ve çocukları ile yerleştiği yurt dışında yaşayan, fırsat buldukça anılarını cebine koyup TRabzona sıklıkla uğrayanlardan biriydi. Yakında ‘Faruki’ tarikatını kuracak Ömer Faruk Demirkır Artık Tekirdağ’da yaşıyordu, ama ne zaman Trabzon’a gelse, ilk durağı bu atölye olurdu. Yanında her seferinde farklı bir kitap ile gelen Kitabizade Sabri Öztürk uzun süre Bursa’da yaşamış, ama aslen Erzincanlı eşi ile doğduğu şehre dönmüş, buraya kök salmıştı.
Kitap tamiri ve ciltleme işi, onun hayatındaki en büyük huzur kaynağı olan “Derya-i Ala Piri Muamma” Mehmet Akın, toplumda karşılık bulmuş ‘Akın baba’ dergahın başında hergün müridlerini beklerken “yine geç kaldı” diye kitabın yırtık sayfasını incelerken, lafı edilen kişi, lakabıyla “Kara Zeki” İçeri girer girmez ‘yemin ederimki fazla güneşte kalmış yüzüm kara, yoksa isterseniz soyunayım Güneş görmemiş beyaz yerlerim var’ diyerek söze başlayan grubun en neşelisi ama bir o kadar da ‘yarın farklı şeyler icat edilecek onun için yeniliğe gerek yok’ diyen farklı karakteriydi. Teknolojiye olan mesafesi, onu grubun en değişik üyelerinden biri yapmıştı. Kendi deyimiyle ‘İsteyen beni bulur !’ diye, bırakın mobil - adına kayıtlı sabit telefon bile yoktu, bu yüzden sürekli diğerlerinin eleştiri konusu olurdu. Ama ‘Beyaz yerleri’ olduğunu iddia eden Kara Zeki bu durumdan hiç şikayetçi değildi.
Kara Zeki’nin ardından ‘ilerleyen yaşta sayılar önemli’ diye kendisine ‘Onbeşli’ denmesini isteyen Hasan Beşli kapıdan girişiyle birlikte atölyenin havası bir anda neşelenir. Söz almak için elini havaya kaldırırken, Kara Zeki’ye yeni sataşmanın daha doğacağının habercisi gibiydi. Ardından ‘ben bu Kara Zekinin, sınıfımıza öğretmen olarak geldiğini hatırlarım’ diyen “$” Ali Makul ve ilerlemiş yaşına uygun “Miralay” ünvanını alan Osman Çavuşoğlu da söyleşiye katıldı. $ Ali, eski bir bankacıydı ve sahte para gibi özellikle dişi insan karakteri hakkındaki espri anlayışıyla herkesi güldürürdü. Miralay Osman ise sokaklarda gazete satarak hayat üniversitesi, TRT – Anadolu Ajansı bölge müdürlükleri ve kısada olsa öğretmenlik geçmişi disipliniyle konuşurken, ara sıra kahkahaları bastıran ‘türküde söylerim, çıkar masadada oynarım’ neşesi herkesin gönlünde ayrı bir yer edinmişti.
Her buluşma, bir zaman tüneline giriş gibiydi. Konuşmalar önce lise yıllarına dönerdi. Kitabizade Sabri’nin hatırlattığı eski bir anıyla kahkahalar yükselir, ardından ellerini ygök yüzüne kaldırıp ‘allahım affet’ diyerek “O zamanlar Trabzon’un sokaklarıda hatunları gibi başka güzeldi” diye ilave edip, çayından bir yudum alırken “Ama en çok özlediğim, o içten yalın dostluklar” diyerek ‘Eda’lı dostlar bir arada, Ömür geçer sohbetle, Geçmişteki o lezzetle’’ deyince, Onbeşli Hasan, hemen dağarcığın çıkardığı :
Bir kitap ciltler gibi anılar düğümlenir,
Uzun Sokak’ta dostluk yankılanır, büyülenir.
Kelebek selamıyla başlar gün her öğleden,
Geçmişten bugüne bir öykü süzülür yeniden.
Kara Zeki güler, eski usul bir masalla,
Hasan türkü yakar, sesi dolanır havada.
Sabri’nin ellerinde eski kitaplar dirilir,
Ali’nin esprisiyle kahkahalar birikir.
Zaman durmuş gibi, atölye sanki bir mabet,
Çaylar demlenir, dostlukla dolar sohbet.
EDA’lılar anlatır hayatı, özlemle yeniden,
Geçmişteki sıcaklık taşar bugünlere, hep yeniden.
Şiiri, sessizce dinleyen herkese gençlik yıllarının sıcaklığını anımsattı. Kara Zeki, Onbeşli Hasanın şiiri bitiminde ayağa kalktı ve laf attı “O eski dostluklar iyi güzel de, şu teknoloji sayesinde şimdi çok uzaktakiler bile metelik vermeden beleş konuşabiliyor. Tabii ki ben hariç!” derken guruptan Kahkahalar yükseldi.
Akınbaba dergahı yalnızca bir atölye değildi. Burada zaman durmuş gibiydi. Dışarıdaki dünya hızla değişirken, bu mekan, geçmişin huzurunu bugüne taşımıştı. Özellikle inancın daha iyi hatırlandığı Ramazan öncesi getirilen bakım - tamire muhtaç dini eserler, ansiklopediler ve hatıralarla dolu eski kitaplar, onun ellerinde yeniden hayat bulurken “Derya-i Ala Piri Muamma” Mehmet Akın, telefonla istettiği çay siparişlerini vereceği markaları önceden düzenler, her söylenen herşeyi söz için kalkan elleri dikkatle izler, gerçek lider eşi, en üst akli muazzama “Dondurmacı Rezzan-ullahi Efendiye (sav) Hazretleri” için akşam eve dönüşünde “Bugün 8 çay içildi, iki türkü yakıldı, Seyyahi Kemal yine gelmedi – dondurmanıda yollamadı” diye rapor verirdi.
EDA’lılar, sadece geçmişi anarak vakit geçiren bir grup değildi. Onlar, geçmişi geleceğe bağlayan birer köprüydü. Gelişen teknolojiye rağmen, insanlığın en değerli varlığı olan birlikteliği hatırlatıyor ve iç çekerek “Bizi biz yapan, bu dostluklardır” diyen “Derya-i Ala Piri Muamma” Mehmet Akın, tezgahını toplarken “Bu atölye sadece kitapları değil, anılarımızı da ciltliyor” diye ilave ediyordu..
Kara Zeki, oturduğu yerden belki teki görülmez diye 2 elini birden kaldırarak söz istedi ve “Hayat belki hızla geçiyor, ama burada zaman bizim için akmayı bırakıyor” diye eklerken, Onbeşli Hasan’a ‘şiircikler yerine, benim gibi böyle anlamlı ebediyeten edebi laflar üretmen daha iyi olur’ diye sataşıyordu.
EDA’lılar, dostluklarıyla sadece kendi hayatlarını değil, başkalarının da hikayelerine ışık tutuyordu. Bu Akın Baba dergahımsı atölye, hırçın Karadeniz’in ortasında bir limandı. Anılarla, şiirlerin nağmeleriyle ve kahkahalarla dolu bu mekan, dostluğun ne demek olduğunu bilenler için bir gerçek mabetti.
Onlar için geçmiş, bir özlem değil, geleceğe bir referanstı. Seyyah Kemal-i Hazretleri “Hayat her ne kadar hızla akıp gitse de, eski anıları anan dostlarla geçirilen zaman, en anlamlı kısmı” diye ilave ederken EDA’lılar, kendinden öncekiler gibi Trabzon’un taş duvarları arasında yankılanan kahkahalarıyla, o gün dostluğun ve insanlığın özüne dair unutulmaz bir iz bırakmaya devam edecekler gibi.
Kemal Can Ulusoy