Düşünmek ruhun kendi kendine konuşmasıdır. Sevgiyle düşünmekse ruhun kendi kendini iyileştirmesidir…
Sokrates
Yaklaşık beş yıl kadar önceydi. Ölüm dahil hiçbir şeyin umurumda olmadığı, hiçbir şeyden hiç kimseden korkmadığım zamanlardan geçiyordum. Her şey annemin “al, bi giz seni aray” diyerek telefonunu uzatmasıyla başladı. “İstanbul Anadolu Adliyesi’nden arıyorum”diyerek konuşmaya başladı kulağımdaki büyülü ses. “Ev adresinize tebligat gönderdik gelip ifade vermediniz, savcı hakkınızda yakalama emri çıkardı, haber vermek istedim” diye devam etti büyü… “Ben Trabzon’da hasta olan(!) annemin yanındayım, tebligatınızdan haberim olamadı” dedim korkak, çocuksu bir sesle. “Ne zaman gelirsiniz, bana bir tarih söyleyin o tarihe kadar işleme koymayayım yakalama emrini” dedi. “Gel derseniz hemen gelirim” dedim bir sevgiliye der gibi. “Ne zaman gelmek isterseniz o zamanın tarihini verin” dedi ukala bir yabancıyı azarlar gibi. Hiç takmadı ama ben yine de annemin telefonundan arayan numarayı kaydettim ve anneme çok önemli olduğunu söyleyerek vedalaşıp gittim. Savcılık kalemi odasına girip en güzel kıza durumu anlattım, “dışarıda bekleyin” dedi. Meğer oymuş. Biraz sonra elinde kabarık bir dosya ile çıktı ve “benimle gelin” dedi, yürüdük. Girdiğimiz odadaki genç savcıya verdi dosyayı ve çaprazında üzerinde bilgisayar olan küçük bir masaya oturdu ceylan gibi. Aslan kesilmiştim, savcının “bu paylaşımınızda Cumhurbaşkanı’na hakaret etmişsiniz, ne söylemek isterseniz?” şeklindeki ilk sorusuna..:
“Lütfen bana Cumhuriyet Savcısı gibi soru sorun mübaşir gibi değil, o paylaşımın neresinde hakaret var” diyerek yanıt verdim. “Benim sorum değil, ben talimatla alıyorum ifadenizi, Ankara savcısı (Saray savcısı diyememişti) yürütüyor soruşturmayı” diye bitirerek ikinci soruyu sordu. “AKEPE seçmenine neden salak diyorsun?” “Ben kimseye salak demiyorum” diyerek başladım ve devam ettim. “Bir tabelaya salaklık tanımı yazıyorum ve onu bir duvara asıyorum. AKEPE seçmenleri onu duvardan alıp boyunlarına asıyorlar ve beni size şikayet ediyorlar efendim.”Hafifçe gülümseyip başıyla onaylar gibi yaparak kısa bir süre elindeki dosyanın sayfalarını çevirdi. Sonra benim baktığım yere bakıp “yaz kızım” diyerek beni kurtaracak şekilde kısa bir ifade yazdırdı benim ağzımdan. Sonra da “imzalayıp çıkabilirsin” dedi. “Ankara savcısı (ben de Saray savcısı diyememiştim) bu ifadeyi kabul etmeyecek” diyerek çıktım. Koridorda çıkışa doğru yürürken kıza mesaj yazıyordum ki koşarak geldi bir ceylan gibi. Ulan ne kızmış, daha mesajı yazmadan okudu ve geldi diyecektim ki “Savcı bey sizi çağırıyor” demesiyle kendime geldim. Birlikte savcının odasına yürürken böyle hep çağırsın beni savcı diye geçiriyordum içimden. “Zorla getirilmen için polise yazı yazdırmıştım, şunu al yanında taşı, polis gözaltına almak isterse gösterirsin” diyerek bir kağıt uzattı savcı. Tekrar koridorda çıkışa doğru yürümeye başladım. Tabii yarım kalan mesajı da tamamladım..:
“Böyle alacaksanız eğer, her gün ifade vermeye çiçekçiden geçen yoldan koşarak gelirim.” Ben adliye binasından çıkmadan gelen yanıt kızın güzelliğinden çok daha zekiceydi. “Başka bir davadan da dosyanız olsun istemiyorsanız bir daha yazmayın.” Söz dinlerim, uzatmadım…
Saray savcısı bu sorgulamayı tahmin ettiğim gibi yeterli görmemişti ki mahkemeye sevketmişti beni. Mahkeme için Ankara’ya gitmiştim. Sonuç 5 yıl ertelemeli 1 sene 2 ay 17 gün hapis cezası. 5 yıl aynı suçu işlemezsem ceza fit olacakmış. Yani şafak sayıyorum, yarıyı epey geçtik…
Şimdi yazacaklarımla ilgili bir soruşturma geçirecek olursam eğer, savunmamın ön sevişmesi olarak yazdım hikayemi kısaca. Ve asıl konuya geçiyoruz şimdi…
Tamam beş yıl yazmayacaksın, konuşmayacaksın demişti ama soru sormayacaksın dememişti yargıç. O yüzden ben de şimdi mahkeme kararıyla soruyorum..:
“Bize oy vermezseniz Mekke düşer” diyen sahtekarlara sırf bu yüzden oy verenler salak değil midir şimdi..? Herkes yanıt vermesin sadece onlar versin. Gerçekten salak değil misiniz yani..?
Hadi diyelim ki Mekke’nin nerede olduğunu bilmiyorsunuz? Mekkenin ayakta olup olmadığını da bilmiyorsunuz sayalım. Ama saf müslümanlarsınız ya, bir an aldanıp inandınız o adamlara -ki onlar bunu çok yapıyorlar- ve oy verdiniz…
Hiç düşündünüz mü..? Ankara’nın düşmesini dert etmeyen adamlar Mekke’nin düşmesini niye bu kadar dert ediyorlar acaba..? Mekke’yi ayakta tutmak onların görevi midir…? Siz onları o görev için mi seçiyorsunuz..?
Var sayalım ki bu soruların hiç birini anlayıp yanıtlayacak kadar bilginiz ve donanımınız yok. Bari şunu bilin Allah aşkına..:
Mekke düşerse ne olur..?
Sizin bir şeyiniz düşer mi..?
Benim hiçbir şeyim düşmez de...