Bilgi cesaret - cehalet ise küstahlık verir.
Bilgili insan mütevazidir, cahil insan ise kibirli…
Albert Einstein
Aklı olan öğrenmeyi seçiyor, aptal olan öğretmeyi…
Anton Çehov
Paşa aklına koymuştu. Şişli’deki evinde Anadolu’nun kurtuluş reçetesini yazarken. Kim, hangi görevle Anadolu’ya gönderecekse göndersin O’nu, O reçetesine yazdığı tedaviyi uygulayacaktı Anadolu’da. Mağrur İngilizler ve emir erleri Halife Vahdettin, Samsun ve civarından kulaklarına kadar gelen homurdanmaları ve isyanları bastırması için göndermiş olsalar da O’nu Anadolu’ya O’nun planı başkaydı. O’nun gittiği civar da sadece Samsun değil bütün Anadolu’dur ve Anadolu’daki o homurdanmaları isyan ateşine çevirecektir O. Yalnız şimdiki konumuz Kurtuluş Savaşı değilir ve bu yürüyüşün bundan sonrasına eşlik etmiyoruz. 8 yılı birden atlayıp özel bir toplantısına gidip Paşa’yı dinliyoruz…
Bu tam bağımsızlık yürüyüşünün 8. yılında 17 Aralık 1927 tarihinde yaptıklarını anlattığı bir TBMM konuşmasının bir bölümünde şöyle der Paşa..:
Efendiler,
Biz tekke ve zaviyeleri din düşmanı olduğumuz için değil, bilakis bu gibi yapılar din ve devlet düşmanı oldukları, Selçuklu ve Osmanlı'yı bu yüzden batırdıkları için yasakladık.
Çok değil yüzyıla kalmadan eğer bu sözlerime dikkat etmezseniz göreceksiniz ki, bazı kişiler bazı cemaatlerle bir araya gelerek bizlerin din düşmanı olduğunu öne sürecek, sizlerin oyunu alarak başa geçecek, ama sıra devleti bölüşmeye geldiğinde birbirlerine düşeceklerdir…
Ayrıca unutmayın ki, o gün geldiğinde, her bir taraf diğerini dinsizlikle ve vatan hainliği ile suçlamaktan da geri kalmayacaktır…
Yüz yıl sonrasını ayna gibi gösteren bu adama biz hiçbir zaman dünya lideri demedik. Gelecekte de demeyeceğiz. Çünkü O dünyaya liderlik etmedi, öyle bir iddiası da derdi de olmadı hiçbir zaman. Dünyaya resmen posta koydu O. Ve posta koyduğu dünyaya da kalın izler bırakarak gitti…
Şimdi bazı kara cahiller, bırakın bir yıl sonrasını burnunun ucunu göremeyen, 22 yılda 22 kere “beni kandırdılar, rabbim de milletim de beni affetsin” diyen, alt yapısını kendi hazırladığı sözde darbe girişimini “eniştemden öğrendim” diyen adama büyük bir gururla dünya lideri diyor…
Desinler biz takmıyoruz da o takıyor işte. Kendini gerçekten öyle zannediyor ve hiç kimseyi dinlemeden İstanbula’a ihanet etmeye devam ediyor. Demeyin Allah rızası için…
Kendisi zaten İstanbul’a ihanet ettiğini söylemişti.
Biz son beş yıla bakalım. Beş yıl önceki yerel seçimlerde günlerce düşük profilli bir aday aradı İstanbul için. Aslında AKEPE içinde düşük profilli bir kişi aramak Erzincan’da eşek izi aramaktan daha kolaydı ama o çok aradı nedense. Sonunda aradığı düşük profilli adamı da Erzincan’da buldu. Allah var, profili düşüktü ama renkli bir kişilikti. Belki Kemal Sunal esprilerinden daha salakçaydı esprileri, tamam kabul. Ama kahkahalarla gülmesek de en azından sinirlerimiz bozulmuyordu. Bu seçimde hiçbir yere aday göstermemiş o en sadık yaverini. Ayıp etmiş. Kısıklı’ya muhtar adayı gösterseydi iyiydi valla…
Neyse gelelim şimdiki seçime. Bu seçimde İstanbul’a gönderdiği acemi adayın profiline baktık; düşük değil, hiç yok…
Adam İstanbul’u bilmiyor.
Silivri Bekediyesi’nin kendi ittifaklarında olduğunu bilmiyor. Beyoğlu’nun Avrupa’da olduğunu bilmiyor. Üsküdar’ın Asya’da olduğunu bilmiyor. Asya’nın da nerede olduğunu bilmiyor ya neyse. Esprilerine gelince yazacak hiçbir şey bulamıyorum valla. Haksızlık etmişiz Cin Ali beye…
Buraya kadar konuştuklarımız da bizim sınıfımızın meselesi değil zaten. Geçelim kendi sınıfımıza. Onlar oy isteyen sınıfta biz oy veren sınıftayız. Biz hep veren sınıftayız zaten. Oy veren, emek veren, vergi veren, can veren… Ve bir ülkenin talihsizliği de herkesin bildiğinin aksine oy isteyen zümre değil oy veren zümredir. Çünkü demokrasinin en büyük zaafı bir seçmenin cehaletinin bütün halkın güvenliği için tehlike oluşturuyor olmasıdır…
"Namus vicdanıyla başbaşa kalan bir insanın yüzünün kızarmamasıdır" der tanıdığım bir filozof. Filozoflar da bize çok gelir, gelin o ülkenin seçmenine bakalım biz..:
Bir gün “verdiğin sözlerin ancak yüzde 87’sini gerçekleştirdin” diyen, bir gün “biiir ikiii üüüç dööört beeeş altııı yediii sekiiiz adım metro yaptın sadece” diyen, birgün “ancak 17 km metro yapabildin” diyen, İstanbul’dan hiç haberi olmayan, kibirinden geçilmeyen bir şamar oğlanına “gel sen dünyanın başkentini yönet” diyerek oy verirken gerçekten yüzünüz hiç kızarmayacak mı..? Kızarmayacaksa söyleyin de söyleyelim o filozofa tanımını değiştirsin de ayıp etmiş olmasın size en azından…
Hayal ediyorum da..! Acaba ne zaman sağlıklı bir toplum olabileceğiz diye. Yanıtı o kadar kesin ve o kadar net ki…
Sağlıklı bireyler yetiştirebildiğimiz zaman…