Beynin kurguları görme ve işitmeyle sınırlı değildir; zaman algısı da bu tür bir kurgudur.
Parmaklarınızı şıklattığınızda gözleriniz ve kulaklarınızın bu hareketle ilgili olarak kaydettiği bilgi daha sonra beyin tarafından işlenir. Ancak sinyallerin beyinde ilerleme hızı oldukça yavaştır; bakır bir tel boyunca sinyal taşıyan elektronların hızından milyonlarca kez daha yavaş. Bu nedenle bu şıklatma hareketinin sinirsel olarak işlenmesi biraz zaman alır. Siz algıladığınız anda eylem çoktan bitmiştir bile. Algı dünyanız her zaman gerçek dünyanın gerisinde kalır. Bir başka deyişle dünyaya ilişkin algınız, gerçek anlamda canlı olmayan bir canlı yayın gibidir…
Yukarıdaki açıklamayı dünyanın en çok okunan yazarlarından ve sayılı sinir hastalıkları uzmanlarından biri olan Prof. Dr. David Eagleman’ın Beynin Gizli Hayatı isimli kitabından aldım. İnsan beyni bile dünyanın hızına yetişemiyormuş ama o bizi ilgilendirmez. Gelin biz Çılgın Türkler dünyayı ne kadar geçmişiz ona bakalım…
Dünyanın hep ileri gittiğini söylemiştir geriye giden insanlık. Bu iddiasını da en etkili bomba, en güçlü silah, en uzun köprü, en yüksek kule, en uzun tünel, en büyük gemi uçak vs vs ile kanıtlamaya çalışmıştır. Ve kanıtladığına da inanmıştır hep. Oysa gerçek hiç de öyle değildir. İnsanlık ve insanlığın değeri geriye gitmektedir sürekli. Para her şeyi yapar diyen insanlar yönetmektedir Türkiye’yi ve dünyayı. Para için her şeyi de yapmaktadırlar yönetmek için. Paradan daha değerli şeyleri olan insanları seçememek de toplumsal bir çöküşün ifadesidir ama o bugünkü konumuz değildir…
İki örnek vereceğim dünden. Biri tarih boyunca etkisinde kaldığımız, hep (kötü şeylerini) taklit etmeye çalıştığımız Almanya’dan. 1750 yılında bir değirmenci ile Kral II. Friedrich arasında yaşanan saray hikayesi ki bana göre tarihin en büyük adalet dersidir. Diğeri ise çok daha eski, Türk’ün şanlı tarihinin en şanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet döneminden. Tarihin en büyük padişahının kollarının kesilmesine hükmeden bir kadının kendine ve adalete olan güveni ki bu çok daha büyük bir adalet dersidir. Uzun dürer diye ayrıntılarına girmiyorum. Her yerden kolaylıkla ulaşabileceğiniz iki yaşanmış hikaye…
Gelelim ileri giden insanlığın yetmiş yıl öncesine. Hitler’in Propaganda Bakanı Joseph Goebbels demişti ki “yeterince büyük bir yalan söylerseniz ve bu yalanı sürekli tekrar ederseniz insanlar sonunda buna inanmaya başlayacaktır.” Bir şey daha dediği iddia edilir. “Bana satılmış bir medya verin, size cahil bir toplum sunayım.”
İlerlemeye devam edelim ve günümüz Türkiye’sine kadar gelelim. Almanya’nın nesini taklit ettiğimiz o kadar açık ve net ortada ki her gün yüzlerce örneğini görüyoruz. Görmeyenlere göstermek diye bir derdim de yok artık. Vicdanı olan herkes görüyor olmayanlara da vicdan verilemiyor çünkü…
Dünyanın hiçbir yerinde nöbet kulübesinde donarak ölen iki askeri kahraman askerlerimiz şehit düştü diye haber yapmazlar. Utanırlar, haber bile yapmazlar. Bizde eğitimde salakça bir kaza sonucu bir asker ölür, kahraman askerimiz şehit düştü diye göklere çıkarılır…
Ve en son geldiğimiz yere bakın Allahaşkına…
Beş tane çocuğuna bakmak için her gün hurda toplamaya çıkmak zorunda olan bir anne birgün eve döndüğünde bütün evlatlarını cansız görür. Ülkenin muhalefeti hemen buradan iktidara nasıl vurabilirizin peşine düşerken iktidarın meclis grup başkanvekili bir kadın milletvekili de bakın ne der..: “Annenin yaşam tarzına da bakılmalı.” Yanlış okumadınız bir anne, bir kadın diyor bunu…
Ve bir ülkenin yarısı o kadına oy veriyor, dün de bugün de yarın da…
İnsanlığımdan utandım, devam edemiyorum…
***
- Yaptıklarından utanmıyor musun?
diye sordu Tanrı...
- Çok utanıyorum.
dedi adam.
Tanrı : Utanıyorsan sorun yok, çıkabilirsin.
Adam (şaşkınlıkla) : Nasıl yani..! Cehennem dedikleri bu kadar mı..?
Tanrı : Evet. Utanmayı biliyorsan, bu kadar...