Gazetecilik başkalarının yazılmasını istemediği şeyleri yazabilmektir; geri kalan her şey halkla ilişkilerdir…
George Orwell
Herkes aynı şeyi görmüş müdür bilemem ama yıllardır gördüğüm bir şey vardır benim. Sohbetlerde söz o konuya geldiğinde en okumuşundan en cahiline kadar hemen hemen herkesin söylediği bir şey, hemen hemen aynı şeydir..: “O konuya girmeyelim arkadaşlar.” Siz ısrarla girerseniz eğer, bu sefer söyleyecekleri şey “o konuyu kapatalım arkadaşlar” şekline evrilir. Oysa en çok konuşulması gereken konudur o konu. Çünkü bütün hayatımızı, her şeyimizi temelden etkileyen konu sadece o konudur. Ve başımıza gelenlerin hepsi o konuyu konuşmayalım kapatalım diyenler tarafından getirilmiştir. Zaten o yüzden konuşmayalım kapatalım derler. 0 konu da tabii ki dinlerdir…
O yüzden bugünkü konumuzu da dinlerden seçtim ben, sizlerden onay almadan. Hepsiyle uğraşamayız elbette. Bu yüzden sadece en yenisi en moderni en çağdaş olanı, hepsinden içinde bölümler bulunduranı seçtim konu olarak. Hem biz de en iyi onu biliyoruz…
Çok okumuş çok bilgili, uzman alim, ulema mulema olmaya gerek yok. Türkçe bilmek yetecek, konuşmak ve anlamak için. Başlıyoruz..:
İslam’ın kitabı Kuran’ın giriş sayfası tek bir paragraftır. O da Fatiha suresidir. Günlük hayatta Kuran’daki diğer 113 surenin toplamından daha çok bakılır o sayfaya. Arapça’sını okuyup ve ne dediğini anlamadığımız için; bunun Tanrı, Allah ya da adına ne diyorsanız onun tarafından, İslam’ın kurucu Peygamberi Mekkeli Mukammed’ın kulağına Cebrail aracılığıyla fısıldandığına inanırız. Ve 1400 yıldır bir harfinin değiştirilemediğini, hatta bir virgülüne bile dokunulamadığını söyleriz. İnansak da inanmasak da, bilsek de bilmesek de öyle söyleriz işte. Öyle bir çok bilmiş yanımız vardır bizim. Yani daha önce gönderdiği kitapların hiçbirini korumayan ve bu yüzden yaklaşık 600 yılda bir kitap ve peygamber göndermek zorunda kalan tanrının aklı başına gelmiş ve son mükemmel kitabını koruyarak bu sıkıntıdan kurtarmış kendini. Biz de buraya kadar olan kısma itiraz etmeyelim ve anladığımız dilden okuyalım şimdi. Anladığımız dilden okuyunca şöyle diyor Fatiha Suresi, Diyanetin resmi sitesine göre..:
Hamd, Âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm, hesap ve ceza gününün (ahiret gününün) maliki Allah'a mahsustur. (Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.
Görüldüğü gibi durum hiç de anlamadan okuduğumuz gibi değildir. O yüzden zaten Anadilimizde okumamızı istemiyorlar. Eğer gerçekten Kuran Allah’ın kelamı ise -ki girişinden öyle olmadığı anlaşılıyor- girişte kiminle konuşmuştur Tanrı sorusu takılıyor kafamıza. Yoksa onun da bir tanrısı var ve kendisini yanlış yolda görüp doğru yola sokmasını istiyor tanrısından sonucu çıkacak ortaya ki biz ona karışmıyoruz. Sapıkaların kim olduğunu da merak etmiyoruz. Camilerde ve kuran kurslarında da aramıyoruz onları…
Yok eğer dinin kurucu peygamberi yazdıysa bu kitabı o zaman insanlara niye yalan söyledi sorusu takılıyor kafamıza. Peygamber gibi ben yazdım deseydi bence tanrıya da kötülük etmemiş olurdu, daha öncekilerin de hep ettiği gibi. Bunlar çetin konular yorma bizi diyorsanız eğer, gelin mezarlıklarda dolaşalım biraz…
Bürün mezar taşlarına o mezarda uyuyan kişinin kimliği yazıldıktan sonra
Ruhuna Fatiha
yazılır ve insanlar da bayramda seyranda, cumada mumada her fırsatta gidip mezarlıklarda bu sureyi okurlar. Niye okurlar..? Yürüyemeyen insanı niye doğru yola sokması istenir ki Tanrı’dan? Yürüt onu deseler daha akıllıca. Yani adam bir yere gitmiyor ki yolunun eğriliğini doğruluğunu merak ediyorsunuz. Bari mezarda rahat bırakın inanları, siz kendi yolunuza bakın. Yok bunları ölülere değil kendinize istiyorsanız niye mezarlıkta istiyorsunuz o zaman…
Ben de uydum herkese, gelin kapatalım konuyu..!
Bu yazıyı okurken; “eğitimi yok, uzmanlığı yok ama sanki doğru söylüyor lan bu köylü, bir düşünelim bakalım” diyebilen insanların sayısını çoğaltabilirsek İslam’ın rönesansını başlatmış olacağız ve dini ibadethanelerin içinde tutup gerçek laik ve demokratik bir hukuk ülkesinde yaşamaya başlayacağız…
Konumuzla çok alakası yok ama çok yeni öğrendiğim için sizlerle de paylaşmak istiyorum, siz alaka kurarsınız artık…
Almanya’da 7 yıldan beri tek bir kilise yapılmamış. Tarih boyunca yapılanlardan ayakta kalan kilise, manastır, şapel sayısı 45600. Son 10 yıl içerisinde bunların 650 tanesi farklı amaçlarla (sergi salonu, spor salonu, bar) kullanılmaya başlanmış. Berlin’in en büyük kiliselerinden biri de camiye dönüştürülmüş…
Hollanda’da ise tarih boyunca yapılan 19000 kilisenin şimdi 7000’i ayakta ve bunların 4000’i tarihi anıt olarak kullanılıyor. Yani kullanılan kilise sayısı 3000, onların da 18 tanesi camiye dönüştürülmüş...
Türkiye’de ise dini bina sayısı toplamı 120 binin üzerinde. Merdiven altındaki kuran kurslarının sayısını ise bilmiyoruz. Yani tarikat marikat hepsini toplarsak korkunç bir rakama ulaşıyoruz. Yılda ortalama 1000 tane cami yaptığımızı da hesaba katınca geleceği düşünemiyor insan. Zaten düşünmek diye bir şey de yasak olacak..!
Bize her yer Trabzon ya, gittiğimiz yerleri kendimize benzetmeyi severiz biz. Ülke dışına çıkınca da bize her yer Türkiye olur…
Almanya’ya ilk Türk 1961’de gitmiş ve bugüne kadar 3000 tane cami yapmışlar. Hollanda’ya ise ilk Türk 1964 yılında gitmiş ve bugüne kadar 500 tane cami yapmışlar. Hollanda Konya kadar bir ülke. 1000 yılda Konya’da 3000 cami yapmışız 60 yılda Hollanda’da 500. Bu hızla Hollanda'yı Konya yaparız biz...
Şimdi bazı çokbilmişler “bakın Avrupa’da bile kiliseler camiye çevriliyor, siz Ayasofya için kıyamet kopardınız” derse “Sultan Ahmet’in kilise olmasını nasıl karşılarsınız” diye sorun onlara. Yalnız yanıtının ne olduğunu beklemeden kaçın..!