Aziz Atatürk Dolmabahçe Sarayı'nın salonunda şöyle söyledi:
''Artık bu saray Tanrı'ın gölgelerinin değil, gölge olmayan, gerçek olan milletin sarayıdır. Ve ben burada milletin bir ferdi, bir misafiri olarak bahtiyarım.''
Peki bunun ne demek olduğunu, bu sözlerin bizler için ne büyük ibretler barındırdığını hiç düşündük mü.? Kimdir Tanrı'ın gölgesi.? Kendisine Tanrı'ın gölgesi diyenler kimlerdi.? Bir millet nasıl oldu da kendisini Tanrı olarak bir halkına tanıtan bir firavuna inanır gibi bu sıfata gönül bağıyla bağlandı asırlarca.? Hem de bu millet, şanlı şerefli kutlu TÜRK Milleti iken.?
Durun durun, kutlu mu dedik.? Evet kutlu dedik. Nedir kut.? Eski TÜRKlerde gücün Tanrı tarafından Kağana verildiğine inanılırdı. Kağanlar, kut alır ve devleti böyle yönetirlerdi. Osmanlı döneminde ise bu inanç tamamen yozlaşmış ve halkı bir köleye dönüştürmüştü. Hatta öyle ki halifeliğin alınmasından sonra peşi sıra gelen sultanlar, kendisine Tanrı'ın yeryüzündeki gölgesi diyebilecek kadar ileri gidiyor ve halkı da buna inandırıyordu. Doğru muydu peki yaptıkları.? Hayır değildi. Hanlıktan da uzaktı.
İşte bu yüzden 1924'te Amasya'da Gazi Paşa şöyle söylüyordu:
“Milletin varlığını tanımayı küçüklük sayanlar, kendilerinin Tanrı'ın gölgesi olduğunu iddia gafletinde, cüretinde, sahtekârlığında bulunanlar, en sonunda bu kutsal varlığa (millete) ilk defa bu şehirde saygıya mecbur edilmiştir.”
Canından çok sevdiği milletini koyun gibi gütmektense, onlara kan emici hiçbirinin anası ne Türk nede müslüman olmayan osmanlı padişahlarının Tanrı'ın yeryüzündeki gölgesi olmadığını söylüyor, onları kendi başlarına yönetebileceklerine inandırıyor ve demokrasiyi TÜRK Milletine hediye ediyordu. İşte böylesine alçakgönüllü ve yüksek karakterli, dürüst ve milletine tam bir gönül bağıyla bağlanmış bir insanı, biz hiç tanımadık, bilmek bile istemedik..!
Uyan ve etrafındakileri UYANDIR