KINALI KUZULAR..!
Rahmetli Neşet Ertaş konserinden birinde
‘’Hey onbeşli, onbeşli’’ türküsünü söylemeye başlayınca seyirciler coşar ve elleriyle ritm tutmaya başlar. Türkü muazzam, söyleyen üstad olunca, birden ayağa kalktı;
Durun.! Diye kesti türküyü.
Ne yapıyorsunuz? der. Salon şaşkındır.! İçeride sessizlik hakim. Ne olduğunu anlamayan seyirci birbirine bakar.
Ayakta bir eli yüreğinde üstadın.
Titreyen sesi, söze girmesine engel olur bir ara. Sonunda mütevâzı tonu yankılanır salonda.
"Bu oyun havası değil dostlar, ağıttır, ağıt."
Yıl 1915. 18 yaşına gelen gençlerin askere gittiği zamanlar. Ancak vatan öyle güç durumda ki, yeni bir kanun çıkıyor. Gücü kuvveti yerinde ve gönüllü olan çocuk yaştaki gençler de İstiklal Mücadelesine katılabilecekti.
Tokat'lı Halil bu genç yüreklerden birisi idi. Yanında bir sürü 14-15 yaşında çocuklar da ona emânet. Bir daha kavuşamayacaklarını bildikleri halde kına yakıp gönderiyor anaları.
Halil, Çanakkale’de çarpışırken anası Rum çeteleri tarafından öldürülür. ay parçası gibi güzel sözlüsü de kaçırılır. Türkünün aslıda budur ya.
Acı gerçeklerin ağıtla çığlığı, düşünürken bile soluk almanın ızdırabıdır kutsal Onbeşliler.
Aynı dönem Çanakkale ve İstiklal Harbinde sayısız çocuk, vatanı savunma pahasına can verir. Öyle ki bütün öğrencileri şehit düşen Konya, Trabzon, İzmir ... Liseleri, 1915 te tek bir mezun veremez.
İstanbul Tıp Fakültesi eski adıyla Darülfünun'un da Çanakkale destanında yeri apayrıdır. 1915 te darülfünun 2.500 kadar 1. Sınıf öğrencileri okulunu bırakarak Çanakkale’ye koştu. İki tümen halinde Çanakkale’ye gelen öğrenciler, bir Anzak baskınında şehit olurlar. 1921 yılında hiç mezun veremeyen Darülfünun siyaha boyandı.
Çanakkale Cephesi, sanki bir ölüm değirmeni gibiydi. Tükettiği insanlar haddi hesabı aşıyordu. İngilizler şehit olan gençlerimizi, "çiçeğin tomurcuğu" ve "vakti gelmeden solan gül goncası"na benzetiyorlardı.
Koskoca bir eğitimli genç nesli yutmasına rağmen bir türlü doymak bilmiyordu. O kadar ki cephede meydana gelen boşlukları doldurmak için, diğer cephelerden asker getirilemediğinden, en yakın çevreden başlayarak, 15 yaşın üstündeki eli silah tutan bütün gençlerin dahi, gönüllü olup olmadığına bakılmaksızın, Çanakkale’ye sevk edilmeleri alışılmış normal bir hadise haline gelmişti.
O günler, köyde, kasabada erkeğin kalmadığı, gücü kuvveti ve boyu posu yerinde olan herkesin asker olduğu ya da asker olmak zorunda kaldığı kara günlerdi.
İşte bu Türkü, Çanakkale destanı yazan Gül Goncalarının ağıtıdır.
Mekânları Cennet olsun, nurlar içinde uyusunlar..
Cemil Kıran