YAŞANMIŞ HİKÂYELER 1970
Mannheim Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde doktora tezi yazma aşamasında öğrenci, iki arkadaştılar. Yolumuz, bir dönem arkadaşımın evinde kesişti. 1980’li yılların başıydı. Birlikte bir doktora tezi hazırlamışlardı. Dönem arkadaşım o tezi daktiloya çekiyordu. Durum bana çok tuhaf gelmişti. Yaptıkları iş, belli bir kimyasalı (İlaç) 50-60 adet hamile kadına dağıtmışlar ve ellerine bir anket tutuşturarak deneyimlerini ona aktarmalarını talep etmişler. Sonra da anketleri toplayıp, onlardan elde ettikleri bilgilere dayanarak doktora tezini birlikte yazmışlar.
Benzer bir çalışmayı biz Heidelberg Üniversitesi Mineraloji-Petrografi bölümünde dönem ödevi olarak hazırlasak, bizi bir daha bölüme sokmazlardı herhalde!
Söz konusu gençlerden biri ölçülü ve saygılı, diğeri ise onun aksine fodul ve “çaktırmadan” küstah! Tanıştık. Türk olduğumu öğrenince, hemen önyargılı ithamlarına başladı ve bir ara, Türklerin kadınlara hiç saygısı olmadığını, onları darp ettiklerini, hekim olarak sıkça, kocaları tarafından dövülmüş kadınları tedavi etmekte olduklarını vs. sayıp döktü. Ve ardından “Bak Burhan, biz bu davranışları anlamakta zorlanıyoruz. Çünkü biz burada, Avrupa’da hümanist bir dünyada yaşıyoruz…” diye devam etti.
Söylediklerinde elbette doğruluk payı vardı. Maalesef, eşlerine çok kaba davranan yurttaşlarımızın varlığı inkâr edilemezdi. Ama bu, Alman erkeklerinin sütten çıkmış ak kaşık olduklarını da göstermezdi.
Daha bir hafta önce, Heidelberg’de, kız arkadaşını kapalı bir otoparkta hastanelik eden bir Almanla ilgili haber vardı yerel gazetede (Rhein Neckar Zeitung).
Bunu ve genel olarak kadına şiddetin asla tasvip edilemeyeceğini belirttim ve arkasından “O Türk kadınlarını, medenî cesaretlerinden dolayı kutluyorum. Onlar en azından, çekinmeden tedaviye gidebiliyorlar. Ama eş ya da erkek arkadaşlarından dayak yiyen Alman kadınlar, çevrelerine reklam olmamak için, onu bile yapamıyorlar” dedikten sonra,
“Gelelim şu hümanist Avrupa’ya delikanlı: Avrupa’nın geçmişinde çok değerli hümanistler elbette vardı; günümüzde de varlar ve umarım gelecekte de olacaklar. Ama ne var ki, toptan hümanist bir Avrupa ne geçmişte vardı, ne günümüzde var ve korkarım ki gelecekte de asla olmayacaktır!
Olsaydı eğer ne Auschwitz-Birkenau ne Majdanek ne Belzec ve ne de diğer yerlerdeki insan yakılan fırınlar ve gaz odaları olurdu! Ülkenizdeki “misafir/yabancı işçilerin” tu kaka edilmelerini hatırlatmama bile gerek yok sanırım…” dediğimde, yanaktan kesik almış oto lastiği gibi havası indi ve sustu! Sohbet de sona erdi.
Burhan Sadıklar