Atatürk Dönemi 1923 – 1938 Ekonomik Politikalar
16.YY da başlayan Osmanlı geriye gidiş, siyasi otoritenin bozulmasına bağlı olarak devletin tüm kurumlarında yaşanan olumsuzluklar 17., 18. ve 19.yüzyılar artık imparatorluk için zor ve sıkıntılı yüzyıllardı. Avrupanın “Hasta Adamı” Osmanlı ekonomisi kötü bir döneme girdi. Başarısız savaşlar, izlediği yanlış politikalar yüzünden de siyasal ve ekonomik anlamda ki bağımsızlığını yitirip, en büyük olumsuzluk dış borçlanmanın çok artması, iş sahalarını kapatmış, üretici erkek nüfusu azaltmış ve işsizlik sorunu baş göstermiştir. 600 yıl süren Osmanlı İmparatorluğu I. Dünya Savaşı sonrası Mondros Mütarekesiyle parçalanmaya başlamış, siyasal, ekonomik ve sosyal kurumlarından yoksun bir imparatorluk halinde ekonomik olarakta da kendi kendine yetebilmekten çok uzaklaşmıştır.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından itibaren, ATATÜRK sayesinde Savaşçı, mücadeleci ve sabırlı Anadolu insanı, verdiği mücadele ile Kurtuluş Savaşını kazanmış bağımsızlığını elde etmiştir. Ülkenin tüm kaynakları bu ölüm kalım savaşının hizmetine sunulmuş, sonunda hak edilen bağımsızlık için tek çıkar yol ekonomik itibarın yeniden kazanılması 2 ana başlıktan oluşur.
1. 1923-1929 YILLARI KISMİ LİBERAL DÖNEM
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet kurulmuş, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntılarından meşru bir Türkiye Devleti kurulması, Atatürk’ün ileri görüşlülüğü ve azmi sayesinde, dünyada İLK KEZ Yeni bir devleti yoktan var edişi, batılıların gözünde de yüksek bir değere sahipti.
kronolojik olarak 17 Şubat – 4 Mart 1923 İzmir İktisat Kongresi, 24 Temmuz 1923 Lozan Barışı’nın imzalanması, 17 Şubat 1925 Aşar Vergisinin kaldırılması, 19 Nisan 1926 Kabotaj hakkının Türklere ait olmasının kabulü, 28 Mayıs Teşvik-i Sanayii Kanununun kabulü iktisat kongresini takip eden gelişmeler, 1929 da dünya ekonomik bunalımı ve bu gelişmenin Türk ekonomisi üzerinde ki etkisinde: Atatürk’ün ekonomik politikasının hedefi kısa ve net: tam bağımsızlığı gerçekleştirerek, Türk Milleti’ni çağdaş uygarlık seviyesine ulaştırmak.
1923 – 1929 dönemini – açık ekonomi koşullarında yeniden inşa ve “onarma” dönemidir. Dışarıdan BORÇ ALMADAN, kendi kendine yetebilme ilkesiyle yola çıkılmıştır. Devlet bu dönemde büyük sanayiye değil, tasarruflu olmaya yönelmiş, parasal olarak güçlendirilmeye çalışılmıştır. Dönemin en önemli ekonomik etkinliği tarımsal alanda olurken, Yabancı şirketler devletleştirilmeye çalışılmış ve toprakla uğraşanlar devlet tarafından desteklenmiş, hayvancılık ve meyvecilik konularıyla ilgilenilmiştir. Güdümcü değil, daha çok düzenleyici devlette Her türlü girişim serbestti. Toprak reformu, ulaşım sorunu, tarımın düzenlenmesi, ekonomik yasaların çıkarılması bu dönemdedir.
İZMİR İKTİSAT KONGRESİ
Kongrenin toplanma amacı, başarısız ve kayıplı savaşlardan bitkin çıkan ekonomik faktör ve birimlerin birbirlerini tanımalarını sağlamak, var olan ihtiyaçlarını belirlemek ve uygulanacak ekonomik politikaları belirleme isteğidir. 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde özel sektör ağırlıklı ve piyasa ekonomisine yönelik bir iktisadi kalkınma modelinde karar kılınmıştır. Kongre sonunda ekonomi andı (Misak-ı İktisadî) kabul edilmiştir. Buna göre, Türk milleti kan dökerek sahip olduğu millî bağımsızlığından hiçbir şekilde ödün vermeyecek, bağımsızlık içinde ekonomik kalkınma sağlanacaktır. Siyasî gibi ekonomik bağımsızlığımızı da sağlamak millî amaç olarak düşünülecektir.
Alınan önemli kararlar:
Yerli malı kullanılması sağlanmalıdır
Teknik eğitim geliştirilmelidir.
Ham maddesi yurt içinde olan sanayi dalları kurulmalıdır.
Küçük imalattan büyük işletmelere geçilmelidir.
Özel teşebbüse kredi sağlayacak bir devlet bankası kurulmalıdır.
Demiryolu inşaatı programa bağlanmalıdır.
Yabancıların kurduğu tekellerden kaçınılmalıdır.
İşçilerin durumu düzeltilmelidir.
LOZAN “KAPİTÜLASYONLARIN KALDIRILMASI” VE “OSMANLI BORÇLARININ ÖDENMESİ”
24 Temmuz 1923 Türk tarihinde yeni bir sayfa açmıştı. İmzalanan antlaşma yeni Türk Devleti’nin dünya devletleri arasında nasıl bir yer alacağının belirlendiği bir antlaşmaydı. Antlaşma aynı zamanda Sevr’i ortadan kaldırdı, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuki, iktisadi ve mali açılardan temelleri atılmış ve sınırları belirlenmişti.
Milli ve bağımsız bir ekonominin kurulması yolunda ilk adım, en büyük engel teşkil eden kapitülasyonların kaldırılmasıyla atıldı. imzalanan Lozan Antlaşmas tüm sonuçlarıyla birlikte tamamen ortadan kaldırılırken en fazla Fransa karşı çıkmıştı. Oysa bir siyasi bağımlılık göstergesi olmakla birlikte, önemli ve ağır ekonomik sonuçları da içeren bir uygulama Kapitülasyonların kaldırılması, ekonomik bağımsızlık adına atlan ilk ve en önemli adımdır.
Kapitülasyon maddesi dışında bir diğer madde de Yeni Türk Devleti bu antlaşma ile Osmanlı’dan kalan borçların düzenlenmesini ve tasfiyesini de gerçekleştirmiştir. Karara göre, Osmanlıdan kalan borçların hem Balkan Savaşları’ndan hem de 1 Ağustos 1914’den sonra Osmanlı Devleti’nden ayrılmış olan devletler arasında, aldıkları arazinin geliri ile orantılı olarak paylaştırılması kabul edilmiştir. Ödemelerin hangi parayla yapılacağı ve ödeme şartları ilgili taraflar (borçlu devletler ile alacaklı temsilcileri) arasında yapılacak görüşmelerde tespit edilecek, borçlar cetveli, antlaşma ile tespit edildiğinden, buna itiraz dikkate alınmayacaktı.
Sonuç olarak, Türkiye, savaş öncesi Osmanlı borçlarının yüzde 67’sini ödeyecekti. Geriye kalan borçların yüzde 11’ni Yunanistan, Yüzde 8’ni Lübnan ve Suriye, yüzde 14’nü ise, Balkan Savaşlarından toprak kazanan ülkeler ödeyecekti.
1928 PARİS SÖZLEŞMESİNE GÖRE TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN HER YIL ÖDEME PLANI
Haziran 1929’dan-Mayıs 1936’ya kadar 7 yıl 2.000.000 Haziran 1952’den-Borç bitimine (1959) kadar 3.400.000 ÖDENECEK TOPLAM ANAPARA 81.880.000, Faiz 25.648.461 ilavesiyle KABUL EDİLEN BORÇ 107.528.461 ‘’Altın’’ Türk Lirasından kalan borçların ödenmesi, 1954 yılında bitmiştir.
2, PLANLI DÖNEM
1929 yılı dönemin ekonomik politikalarının ciddi sarsıntılar geçirdiği bir yıldır. 1930 – 1938 yılları Türk ekonomisine canlılık ve etkinlik kazandıran “devletçilik” ilkesinin uygulamaya girdiği yıllardır. Gelişmeye ve kalkınmaya ihtiyacı Devlet izleyici olmaktan çıkmış, özel girişimciliği destekleyici ve araştırıcı tavrını bırakmış tüm ekonomiyi güdümüne almıştır. Devletçilikte, her türlü özel girişim, devletin öngördüğü plan doğrultusunda ve denetiminde yapılmakta, Özel sermayenin gerçekleştirdiği fabrikalar, şirketler, devletin izlediği ekonomik programlara aykırı çalışamaz ilkesiyle:
1924 İş Bankası, 1929 Tarım Kredi Kooperatifleri, 1930 Merkez Bankası, 1933 Yüksek Ziraat Enstitüleri ve aynı yıl Sümerbank kurulmuş, 1934-1939 arasında 1. Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlanmış, 1935’de MTA ve Etibank, 1939 Karabük Demir Çelik fabrikası kurulmuş ve II. Dünya Savaşı nedeniyle uygulanamayan 2. Beş Yıllık kalkınma Planı hazırlanmıştı.
DÜNYA BUNALIMININ TÜRKİYE EKONOMİSİNE ETKİLERİ
1923-1929 döneminde kısmi bir liberal dönem yaşanmış fakat gerek 1929 yılında bütün dünyayı etkileyen ekonomik bunalımın etkisiyle gerekse sermaye ve girişimcilik yetersizliğiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti, devletçilik politikası izlemeye başlamıştır. Bu noktada Atatürk’ün “Uygulamakta olduğumuz devletçilik ilkesi komünizm ya da kolektivizm gibi bireyin elinden tüm üretim ve dağıtım imkânlarını alan, milletin tüm meselelerini yönetmeyi amaçlayan, özel girişimciliğe ve ekonomi alanında bireysel aktiviteye olanak bırakmayan bir sistem değildir” ifadeleriyle ulu önder yine akılcı ve gerçekçi bir yaklaşım içinde, Devletçiliğe geçmeye karar verildiğinde de herhangi bir düşüncenin etkisi altında kalmamıştır. Atatürk “Türkiye’nin tatbik ettiği Devletçilik Sistemi; 19. asırdan beri sosyalizm nazariyelerinin ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu, Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye’ye has bir sistemdir demişti.
kapitalizmin ortaya çıkmasından bu yana ekonomik sistemlerin yaşadığı en büyük kriz 1929 genel buhranı Türkiye’nin önemli bir eksiğini ortaya koymuştur: kişilerin ellerindeki sermaye az ve yetersizdi. Bu nedenle devletin ekonomiyi yönlendirmekten çok bu alanda yatırımları bizzat yapmasından başka çaresi yoktu. Bunalımın Türkiye ekonomisini etkilemesi para değerindeki düşüşle başlamış, ardından ihraç malları fiyatlarındaki azalmalarla devam etmiştir. İhracattaki bu düşüşte dış ticaret dengesi üzerinde olumsuz bir etki yaratmıştır.
BİRİNCİ BEŞ YILLIK KALKINMA PLANI
Devletçilik uygulamasının somut düzeydeki başlangıç noktası Birinci Beş Yıllık Sanayi planının yapılmasıdır. Planda düşünülen hedefler incelendiğinde Türkiye ekonomisinin gelişmesi için hızlı bir sanayileşme politikasının uygulanmasına öncelik verildiği görülmektedir. Plan sadece sanayi sektörünü kapsamakta, tarım ve hizmetler sektörünü içermemekteydi. Planlamada öngörülen sanayi kuruluşları; 1.Dokuma, 2. Kâğıt, 3. Maden, 4. Porselen ve 5. Kimya sanayii devletin ana programına girmişti.
1929–1938 DÖNEMİ TÜRKİYE EKONOMİSİNİN DURUMU
1929 yılına kadar liberal ekonomi politikalarının uygulanması sonucu zayıf olan özel girişimin devlet teşvikleri ile kalkınamayacağı gerçeği ortaya çıkmıştır. Bu gerçeğin nedenleri, 1928 yılında Osmanlı borçlarının ödenmesi ve 1929 büyük dünya bunalımı idi. Dünya pazarlarında tahıl ve hammadde fiyatlarının düşmesi, Türkiye’nin ihracat gelirlerini düşürmüş ve devletin müdahaleci bir yapıya bürünmesine sebep olmuştur.
1929–1938 yılları arasında belirli bir sektörü veya toplumsal kesimi desteklemek üzere faaliyete geçen; Sümerbank, Etibank, Denizbank, Belediyeler Bankası, Türkiye Halk Bankası, Yeni Düzenleme ile Ziraat Bankası ve Türk Ticaret Bankaları kurulmuş, vergi gelirlerinin düşmesiyle 1931’de İktisadi Buhran, 1933’te Muvazene ve 1936’da Hava Kuvvetlerine Yardım Vergisi getirilmiştir.
Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nda; tekstil, kendir-keten, demir-çelik, porselen-çini, kâğıt, şeker ve gül sanayileri gibi sektörler yer almıştır. Bu dönemde, tarım alanında yaşanılan en önemli gelişme, 1932 yılında Ziraat Bankasına bağlı olarak kurulan ve 1938’de bağımsız bir kamu kuruluşu olarak Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) ve 1935 yılında Maden Tetkik Arama Enstitüsü ve Etibank’ın kuruldu.
ÖZETLE:
Ekonomik bağımsızlık devletleri ayakta tutan, onları güçlü kılan en önemli faktörlerden biridir. Güçlü bir siyasi yapı ve ordu ekonomik bağımsızlıkla birleştiğinde, devletlerin ayakta kalabilme süreleri de uzamaktadır. Avrupa karanlık çağını yaşarken, Osmanlı ülkesi başarılı savaşlar ve seferlerle gücüne güç katan, sınırlarını genişleten ve ekonomik olarak zengin bir ülke idi. Merkezi otoritede başlayan çözülmeler, başarısız devlet adamlarının işbaşına gelmesi, yönetimde padişahın etkinliğinin kırılması ve başarısızlıkla sonuçlanan seferlerle gücünü kırmaya başlamasına karşın, aynı dönemde Avrupa’da başlayan gerek ekonomik atılımlar, gerek kültürel gelişmeler ve gerekse dinsel anlamda ki iyileştirmeler ve keşifler sonrası ekonomik üstünlüğün el değiştirmesi ve Osmanlı’nın ekonomik kayıpları, Rönesans hareketleri ile Avrupa’da aydınlanmaya adım atılması Avrupa için önemli gelişmeler, Osmanlı için olumsuz gelişmelerdi.
20. yüzyılın başlarında Balkan ve ardından 1. Dünya Savaşı’nın sonuçlarıyla çok sancılı ve sıkıntılı durumda, harap düşmüş Osmanlı, içte de oldukça çalkantılı ve zor günler geçirdi. Çok uluslu bir imparatorluk olmanın zararını 1789 gerçeği ile yaşamış, Balkan topraklarında yaşayan azınlık uluslarının ayaklanma ve isyan hareketlerine sahne olmuştur. Dünya Savaşı’nda tarafsız olmak istesede özellikle kaybettiklerini geri alabilme umudu ile kendisini savaşta bulmuş ve kaybeden devletler içinde yer almıştı. Savaş sonrası kayıplar ve parçalanma süreci ardından yaşanan büyük bağımsızlık mücadelesinde Amaç her anlam-koşulda kayıtsız şartsız bağımsızlık ve egemenlik hakkı için girilen mücadelede ya yok olacak ya da var olacaktı.
İktisat alanında da belirlenen hedeflere ulaşmak için akılcı ve kalkınmacı çözümler le sağlam ve kalıcı adımlar atılmıştır. Yeni Türk Devleti’nin yöneten kadrosu, tam bağımsızlığın sağlanması için siyasî bağımsızlığın yanında ekonomik bağımsızlığın da sağlanması gerektiğine tüm varlığıyla inanmış, çalışmalarını bu düşünce etrafında gerçekleştirmiştir. Çünkü imparatorluğu yönetenler askeri ve siyasi olarak Batının çok gerisinde kalmışlar ve sanayileşmeyi gerçekleştirememişlerdir. Yeni devletin yönetenleri tam bağımsızlık için sanayileşmeyi temel amaç olarak benimsemişlerdir. Ekonomik olarak Cumhuriyetin ilk yıllarında yani 1923-1929 yılları arasında özel sektör devrededir. Ancak istenilen başarı elde edilememiştir. 1929 tarihli dünya ekonomik bunalımındaki olumsuzluk daha sonraki süreçte devletleştirme politikasını gündeme getirmiştir.
Atatürk, 1923-1938 dönemi boyunca, dönemin iktisadî, sosyal, siyasal ve ekonomik koşullarını dikkate alan; dönemin iktisadî görüşlerinden büyük oranda yararlanan, ekonomik politikalarının oluşumunda katılımcılığa büyük önem veren ve ülkenin en fazla yararına olacak politikaları seçmekte tereddüt etmeyen bir yaklaşım içinde idi. 1923-1929 dönemi serbest ticaret koşullarının varlığı altında devletin, sosyal ve iktisadî hayatının yeniden inşa edildiği ve mali yapının modernleştirildiği bir dönemken 1930-38 boyunca bir yandan dünya çapındaki krizin etkileri hafifletilmeye çalışılmış; öte yandan, devlet müdahaleleri ve kamu yatırımlarını arttırarak hızlı bir biçimde sanayileşme amaçlanmıştır.
Derleme